Breaking Bad’i Hatırlamak

8156
Breaking Bad

Breaking Bad‘in ne kadar efsane bir yapım olduğunu, ne kadar meth edildiğini, Vince Gilligan‘ın ne kadar dahiyane bir iş çıkardığını, gelmiş geçmiş en iyi dramalar arasında yer aldığını veya Bryan Cranston‘un Walter White rolü ile 5 sene üst üste dizi dünyasının en prestijli ödüllerine aday gösterilip, 4 sene içinde aldığı vb.. gibi şeylerden çok da fazla bahsetmeyeceğim.

Çünkü bunlar pekala herkesin bildiği, tahmin ettiği ve zannımca insanların artık duymaktan sıkıldığı şeylerdir. O yüzden bu incelemeyi biraz daha Breaking Bad‘in farklı ve onu efsane yapan yönlerine değinerek yazacağım. Elimden geldiğince spoiler vermeyerek, sade ama açıklayıcı bir şekilde yazmaya “çalışacağım”. Ne kadar becerebilirim artık bilemem.

Lakin bunların hepsinden önce bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak istiyorum. Genel itibariyle belirli bir dizi kültürüne sahip insanlarda ortaya çıkan bir ön yargıdan bahsetmek istiyorum. Dizinin popülaritesi ile kalitesi arasındaki ters orantı ön yargısı. Bu durum basitçe şöyle açıklanabilir; eğer bir dizi ülkemizde aşırı derecede popülerleştiyse ve üstüne üstlük sokaktaki herkes tarafından baş tacı kabul edilip, kült olarak nitelendiriliyorsa, işte bu bahsettiğim “kabuklaşmış dizi izleyicisi” doğal olarak diziye ön yargı ile yaklaşmaya veya izlemeden nefret etmeye başlıyor. İnanın zamanında bu ön yargıya ben de sahiptim. Mesela ülkemizde aşırı popülarite kazanmış dizilere bakalım.. Prison Break, Sherlock, Doctor Who, Breaking Bad, Game of Thrones, The Walking Dead… Bu ana kitle de işte daha diziyi izlemeden dahi soğumaya başlıyor… Mesela kendimden örnek vermem gerekirse eğer; ben Game of Thrones’a 5. sezonu final yaptığında ancak başlamıştım. Dizi ülkemizde o kadar popüler olmuştu ki, artık dizinin adını duymaya katlanamaz olmuştum. Diziyi izlemediğimi söylediğimde aldığım abartı tepkilerden de gerçek manada sıkılmaya başlamıştım. Lakin en sonunda tüm bunları bir kenara atıp, ön yargılarımdan arınıp diziye başladığımda aslında ne kadar da başarılı bir yapım olduğunu anlamıştım. Tamam, belki söylendiği kadar efsane bir dizi değildi. Lakin, tüm sezonlarını 1 hafta içinde bana bitirtebilecek kadar da iyi bir diziydi. Şimdi tüm bu örnekleri vermemin asıl nedeni, Breaking Bad‘in de bu diziler arasında yer almasıdır. Büyük, küçük herkesin baş tacı ettiği bir dizi olması ve şişirildikçe şişirilmesi… Lakin Breaking Bad‘de farklı olan bir şey var. O da dizinin gerçekten söylendiği kadar efsane olması. Şişirildiği kadar olması ve bunu hak etmesidir. Tamam kabul ediyorum ilk 2 sezon o kadar da efsanevi değil, belki sezon olarak dizinin aldığı 9,5/10 puanı da almayabilir fakat 3, 4, 5. sezonları izlememiz için de ilk 2 sezonu izlememiz gerekiyor. Ve sizi temin ederim ilk 2 sezonda kesinlikle çok heyecanlı ve bir o kadar da başarılı. İşte sırf dizi çok popüler oldu diye başlamayanlar ve başlayıp ön yargıları yüzünden hiç bir saniyesinden zevk almayanlar;  lütfen ön yargılarınızı usulca bir kenara bırakın ve elimden geldiğince inceleyip, açıklamaya çalışacağım şu şahane diziye bir göz atın.

İlk olarak dizini adını duymuş ama henüz inceleme fırsatı bulamamış okuyucular için konusuna bir değinelim.

Dizi ana karakterimiz olan Walter White’ın DEA’da çalışan bacanağı sayesinde katıldığı bir uyuşturucu operasyonunda karşılaştığı eski öğrencisi ile meth pişirme macerasını konu alıyor. Bu macera ise klişe bir para-güç-itibar üçgeninden oluşmuyor. Her karakter kendi duygusal evrimini geçirdiği gibi karakterler arasındaki ilişkiler de bu sayede şekillenmeye başlıyor. Her şeyin en başından başlayarak, protagonistimizin kibrin ve hırsın partnerliğinde uyuşturucu baronu olma yolunda ki çabasını konu alıyor. Bu ise tahmin edildiği üzere ne kolaydır, ne de bu uğurda çok büyük fedakarlıklar yapılmadan ulaşılabilecek bir hedeftir. Aslında dizi bir açıdan da Walter’ın ve Jesse’nin girdikleri işlerle ve verdikleri kararlarla çevrelerine ve yakınlarına belli bir etki uygulamalarını ve Newton’nun güzelim kanunu gereğince de aynı oranda bir tepki almalarını konu alıyor. Diziyi izlerken zaman zaman Jesse ile o değiştirilemez etiğin üzerinden geçerken Walter ile kibri öğreniyoruz… Skyler ile sadakati sorguluyor, Walter Jr. ile çatıdaki pizzaya bir anlam yüklemeye çalışıyoruz. Karakterlerin psikolojilerini resmen yaşıyoruz.

Azıcık daha hak ettiği övgüyü verecek olursam eğer Breaking Bad; muhteşem çekimlerin bulunduğu, çok başarılı bir senaryo ve arka plan metnine sahip, ağızları açık bıraktıracak oyunculukların sergilendiği, ucu bucağı bulunmayan karakter derinliklerine sahip adeta bir görsel şölendir.

Aslına da bakarsak, Breaking Bad sanılanın aksine bir aksiyon dizisi değildir. Basit bir drama da değildir. Efsanevi bir aksiyon bazlı psikolojik dramadır esasında. Çünkü dizide hiç bir zaman tek bir tür baskın olmamıştır. Aksiyon kısmı adeta bir pasta keki gibi her olayın altında yattığı gibi, karakterlerin psikolojileri ve aralarındaki ilişkiler ile psikolojik drama kısmı da pastanın en üstünde kalan krema kısmı olmuştur. Öte yandan aynı Walter’ın dediği gibi ” Kimya bilimi maddeye dayanır. Ama ben bunu değişim olarak görmeyi tercih ederim…”  Gilligan burada Walter’a kimyayı bir değişim olarak tanımlatırken, aslında seyirci için de diziyi tanımlıyordu. Çünkü Breaking Bad‘de aynı kimya gibi değişimi konu alır. Karakterlerin, ilişkilerin ve doğallığın iki yıllık değişimini, bambaşka yönlere doğru evrilişini konu alır. Beyazın önce griye sonra da siyaha dönüşünü, iyiliğin bir çırpıda yanıp yok oluşunu, küllerinden kötülüğün doğuşunu konu alır. Kötü tarafa geçişi konu alır. İzleyiciye de bunu çok büyük bir ustalıkla gösterir. İlk bölümdeki Walter ile son bölümdeki Walter arasında fark olduğu gibi, ilk bölümdeki ilişkiler ile son bölümdeki ilişkiler arasında da dağlar kadar fark vardır. İşte bu diziyi bu kadar efsane yapan da bu evrim, bu değişimdir. Açıkçası dizinin bendeki etkisi gerçekten çok ayrı boyutlarda. Şu ana kadar çok sayıda dizi bittikten sonra gerçek manada boşluğa düşmüşümdür. Ve Breaking Bad ise bana tam olarak o boşluğu vermiş bir dizi.