Anora: Herkes Kendi Mutlu Sonunun Peşinde

399
Anora

Dünyada herkes bir şekilde kendi mutlu sonunun arayışı içinde. Peki, tam da oldu derken işler umduğunuz gibi gitmezse… İşte Sean Baker’ın 77. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüne layık görülen son filmi Anora, mutlu sonu için mücadele eden genç bir kadının yaşadıklarını anlatıyor. Başroldeki Mikey Madison’ın performansıyla öne çıktığı film, 1 Kasım itibariyle ülkemizde de sinema salonlarında yerini buluyor.

Anora Mikheeva yani kısaca Ani, New York’ta Headquarters adındaki bir kulüpte egzotik dansçılık ve eskortluk yaparak para kazanmaktadır. Trenin neredeyse içinden geçtiği bir dairede gündüzlerini geçirirken, geceleri de müşteriden müşteriye koşup para kazanmaya çalışmaktadır. Günlerden bir gün kulübe Rus bir müşteri gelir ve patronu da Rusça bilen Ani’den onunla ilgilenmesini ister. Ani, 21 yaşındaki Vanya adlı bu genç müşteriyle ilgilenir ve ikili oldukça güzel vakit geçirir. Ani’nin ilgisinden oldukça memnun kalan Vanya kendisini özel olarak da görmek istediğini söyler. Ve çok geçmeden Ani’yi Vanya’nın New York’taki aile evinde görürüz. Bu para, bu zenginlik nereden geliyor sorusunun yanıtı Vanya’dan gelir. Kendisi bir Rus oligarkın oğludur. Ani zengin ötesi bir müşteriye denk gelmekten, Vanya da aldığı hazdan gayet memnundur. Ve Ani’nin yanından hiç ayrılmasını istemez. Bunun üzerine bir hafta boyunca onunla kalması ve kız arkadaşı gibi davranması için 15 bin dolar teklif eder. Teklif hemen kabul edilir ve partilerin, uyuşturucunun, seksin eksik olmadığı bir hafta başlar. Umarsızca para harcayan Vanya hızını alamaz ve arkadaş topluluğuyla birlikte Las Vegas’a gider. Fakat Vegas’ta olan Vegas’ta kalmaz ve Ani ile Vanya evli bir çift olarak New York’a geri döner. Kurtuluşunu başardığını düşünen Ani, çalıştığı kulüpten ayrılır ve parmağında dört karatlık bir yüzükle, güzel manzaralı bir evde, bilgisayar oyunu ve seksten (ve uyuşturucudan ve partiden) başka bir amacı olmayan Vanya’yla günlerini geçirmeye başlar. Ne yazık ki evlilik haberi Rusya’ya da ulaşmış, anne Galina oğullarına göz kulak olan Toros’a bu işi hemen çözmesini iletmiştir. Toros, Garnick ve Igor’u da görevlendirerek bu evliliği bir şekilde iptal ettirmek için harekete geçer. Peki Ani, üzerine kara bulutlar çöken bu çiçeği burnunda konforlu hayatını sürdürebilecek ve istediği mutlu sona ulaşabilecek midir?

Sean Baker’ın senaryosunu, yönetmenliğini, kurgusunu üstlendiği filmde Mikey Madison’ı Anora rolünde izliyoruz. İşi gücü para yemek olan Rus oligarkın oğlu Vanya rolünde ise Mark Eydelshteyn yer almakta. Hikâyenin etkili karakterlerinden, Toros’un sorun çözmek için tuttuğu Igor rolünde Yura Borisov var. Hikâyeyi renklendiren karakterlerin başında gelen, aile tarafından Vanya’ya bakmakla görevlendirilen Toros rolünde Karren Karagulian’ı izliyoruz. Toros’un sorun çözücü bir diğer adamı olan Garnick rolünde Vache Tovmasyan var. Vanya’nın babası Nikolai Zakharov rolüne az ve öz bir şekilde Aleksei Serebryakov hayat vermekte. Anne Galina rolünü ise Darya Ekamasova üstleniyor.

Anora

Dünya prömiyerini 77. Cannes Film Festivali’nde yapan ve burada en iyi film ödülüne verilen Altın Palmiye’yi kazanan Anora, eleştirmenler tarafından övüle övüle bitirilemiyor. Hatta şu anda 8.3 gibi oldukça yüksek bir IMDb puanına da sahip. Film şimdiden yılın en iyisi olarak adlandırılıp, bir başyapıt gibi değerlendirilse de fazlasıyla abartılan bir yapımla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bir kere eğer filmden bir aşk hikâyesi ya da romantizm beklentiniz varsa böyle bir şeyin olmadığını söyleyeyim. Kendi mutlu sonlarının daha doğrusu kurtuluşlarının peşinde olan iki insanın çıkar ilişkisi doğrultusunda neler yaşadıklarını izliyoruz. Bir yanda Ani, yaşadığı sefil hayatı geride bırakmak için karşısına çıkan Vanya’yı bir fırsat olarak görüyor. Diğer yanda Vanya, Rusya’ya dönüp babasının işlerinde çalışmak yerine Amerika’daki tatlı hayatına devam edebilmek için yeşil kart alabilmenin peşinde. Bir şekilde bir araya gelen bu iki gencin de aslında evlilikten başka çareleri yok ve bu da insanın aklını başından alan Las Vegas’ta gerçekleşiyor. Fakat ortada Rus oligark bir ailenin ferdi olma gerçeği var ve böyle bir evliliğin sürebilmesi gibi bir ihtimal hiç ama hiç yok. (Zaten gerçek hayatta da böyle bir olayın yaşanma ihtimali yok çünkü sonucunun ne olabileceğini az çok hepiniz tahmin edebiliyorsunuzdur.) Hal böyle olunca da ailenin Amerika’daki adamlarından, Ermeni papaz Toros devreye giriyor ve o da kendi adamlarıyla bu işi çözebilmek için harekete geçiyor. Filmin normal seyrinde giden hikâyesi de Vanya’nın kaçışıyla birlikte değişmeye başlıyor. Ani, Toros, Garnick ve Igor’un evde yaşadıkları trajikomik anlar izlemesi keyifli fakat süre olarak biraz uzun. Bir süreden sonra teatral bir duruma dönüşüyor ve bitse de şu hikâye bir ilerlese dedirtiyor. (Sean Baker, 2 saat 19 dakikalık bir süreye sahip olan filminde çektiği sahnelere kıyamamış belli ama bir kez daha üzerinden geçseydi keşke.) Nihayet bu bölümü de atlattıktan sonra kendince dört çaresiz insan, zenginliğinden başka hiçbir özelliği olmayan Vanya’yı arama yolculuğuna başlıyor. Zaten filmin en güzel anları da nu bölüm diyebilirim. Çünkü birbirinden farklı bu dört insan istemeden de olsa bir ekibe dönüşüyor. Brighton Beach fonunda Toros’un kendine has arayış yöntemleri ise yeni kuşağa göndermeleri barındırmıyor değil. (Ne de olsa her şeyi Tiktok, Instagram ve benzeri uygulamalardan öğrenen bir nesil var ve bu da gerçekten vahim bir durum.) Tabii bu bölümlerde rol çalan Igor karakteri ise beni fazlasıyla etkiledi. Sessiz güç şeklinde tanımlayabileceğimiz Igor, tehlikeli gibi görünen dış görünüşünün altında iyi bir kalp barındırdığını filmin sonuna kadar gösteriyor. Muhtemelen karaktere hayat veren Yura Borisov da bu performansının karşılığını ödül adaylıklarıyla alacaktır. Zaten filmi hikâyesinden daha çok oyunculukları taşıyor. Başroldeki Mikey Maddison da bu yükün farkında olduğu için en iyisini sergileyerek üst seviyede bir karakter ortaya çıkarmış. Zor bir rolün üzerinden fazlasıyla gelen Madison’ın da tüm ödül törenlerinden adaylık alacağı ve hatta çoğunu evine götüreceği kesin. Ama film bir başyapıt mı derseniz bence kesinlikle değil.

Anora, hikâyesinden daha çok oyunculukların göz doldurduğu bir film. Şayet çok fazla beklentiye girmezseniz izlerken keyif alabileceğiniz bir yapım. Benim beklentilerimi karşılamadı ama belki siz tam tersini düşünürsünüz kim bilir. Şimdiden iyi seyirler diliyorum.