Onun en büyük arzusu insanlara sesini ulaştırabilmekti. Ve en azından bir beş dakikalığına da olsa dertlerinden, tasalarından uzaklaştırabilmek. Şarkı yazmak, onun için nefes alıp vermek kadar önemliydi. Çünkü yaşadığı o kötü şeylerden iyi bir şeyler yaratmalı ve bunu herkese ulaştırmalıydı. Muhteşem bir sese ve yaratıcılığa sahip olan İngiliz şarkıcı ve söz yazarı Amy Winehouse, kısacık süren ömrüne rağmen arkasında tüm dünyayı etkisi altına alacak şarkıları bırakmayı başardı. Ve şimdi, tüm zamanların en iyi albümlerinden biri olan Back to Black’in çıkışına ilham olan hikâyesiyle beyazperdede. Sam Taylor-Johnson’ın yönetmenliğini üstlendiği, Marisa Abela’nın Amy Winehouse’a hayat verdiği Back to Black 3 Mayıs itibariyle ülkemizde de vizyona giriyor.
Film, Amy’nin aileyle bir ev buluşmasıyla başlıyor. Çok sevdiği ve hayranlık duyduğu büyükannesi Cynthia babası Mitch ve ailenin diğer büyükleriyle müzik dolu bir akşam geçirmektedir. Gecenin sonunda içinde 13 yaşında yazdığı mektuptan büyükannesinin caz şarkıcılığı döneminden fotoğraflara kadar özel eşyaların yer aldığı anı kutusunu da yanında götürür. Ailede caz müzisyenlerinin olması onu da küçük yaşlardan beri fazlasıyla etkilemiştir aslında. Bestelerini yaptığı, gece kulübünde sahneye çıktığı günlerden birinde yakın arkadaşı Tyler’dan bir telefon gelir. Demo kasetini verdiği Nick, sesinden oldukça etkilenmiştir ve kendisiyle bir araya gelmek ister. Bu durumdan pek de hevesli değildir çünkü kendisiyle çalışmak isteyen menajerlik şirketi Simon Fuller’a aittir ve kendisinin Spice Girls olma gibi bir niyeti yoktur. Nevi şahsına münhasır tarzıyla kendini gösterebilecekse göstermelidir. Sonunda Island Records ile anlaşma gelir ve ilk albümü Frank piyasaya sürülür. Albüm İngiltere’de başarılı olmuştur olmasına ama Amerika’yı fethetmek için daha farklı bir şeyler yapılmalıdır. Plak şirketi kendisinden bazı değişiklikler ister, mesela gitarıyla sahneye çıkmaması gibi. Bu Amy’de büyük bir öfke patlaması yapar ve çeker gider. Bir süre şarkı yapmayacaktır çünkü üretmesi için bir şeyler yaşaması lazımdır. İşte tam da bu anda Camden’daki bir pubta Blake hayatına girer. İlk gördüğü andan itibaren etkilendiği bu adam artık Amy’nin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Bu şiddetli aşk ve nefret ilişkisi ne yazık ki ayrılığı da beraberinde getirir. İşte bu dönem Amy’nin büyük başarı yakalayacağı Back to Black’in ilham kaynağına dönüşür.
Yönetmen Sam Taylor-Johnson, Back to Black’in senaryosunu Nowhere Boy filminde de birlikte çalıştığı Matt Greenhalgh’a emanet etmiş. Çoğunuzun belki ilk defa gördüğü ama Industry dizisini izleyenlerin aşina olduğu Marisa Abela, filmde Amy Winehouse’a hayat vermekte. Bu kadar güzel sesli ve aykırı bir kişiliği beyazperdede canlandırmak büyük bir risk ama Abela bence bunu başarmışa benziyor. Mimikleriyle, duruşuyla hatta sesiyle dersine gayet iyi çalışmış. Bazı sahnelerde neredeyse Amy Winehouse’un bizzat kendisini görüyormuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bu arada Taylor-Johnson’ın açıklamasına göre filmin başından sonuna tüm şarkıları da Abela seslendirmiş. Amy’nin büyük aşkı, nefreti ve çöküşünün en büyük pay sahibi Blake Fielder-Civil’ı Jack O’Connell canlandırıyor. Taylor-Johnson’ın bu rol için ilk tercihi olan O’Connell çok iyi bir performansla karşımızda. (The North Water adlı mini dizide izlediğim ve çok beğendiğim O’Connell’a bu performansıyla resmen âşık olduğumu söyleyebilirim.) Baba Mitch’e ise yine sevilen bir oyuncu Eddie Marsan hayat veriyor. Baba Mitch’i hikâyede Amy’nin önemli anlarında görüyoruz. Anne Janis ise neredeyse yok denecek kadar az. Bu az performansta Juliet Cowan karşımıza çıkıyor. Hem filmin hem de Amy’nin hikâyesinin kilit ismi büyükanne Cynthia. Amy’nin üzerinde büyük bir etkisi var ki rol modeli olarak da nitelendirebiliriz. Ne yazık ki akciğer kanserinden hayatını kaybeden Cynthia’yı izlerken, acaba sağlıklı ve daha uzun bir ömrü olsaydı Amy’nin hayatı daha farklı olur muydu diye düşünmemek elde değil. Amy için bambaşka bir önem taşıyan büyükanne Cynthia’yı Lesley Manville canlandırıyor. Usta oyuncu dört dörtlük bir performans sergilemekte. Filmin orijinal şarkısı ise Nick Cave ve Warren Ellis’e ait ve Song For Amy adını taşıyor. Filmin sonunda yer alan şarkı bu kadar yoğun geçen iki saatlik hikâyenin üzerine gözlerinizi dolduracaktır muhtemelen.
Back to Black filminin ilk fragmanını gördüğüm andan itibaren aklım bir yandan 2015 yapımı Asif Kapadia imzalı Amy belgeseline gitti. Bu kadar yetenekli, bu kadar müziğe aşık ve umut dolu bir insanın karanlığa sürüklenişini gerçekçi bir şekilde deneyimlemek oldukça üzücüydü. Blake’in yanı sıra baba Mitch’in davranışları da izleyenlerde iyi etkiler bırakmamıştı. Filmde ise çoğu önemli durumları teğet geçen, Amy’nin müzikal yolculuğunu daha ön plana çıkaran tarafsız bir hikâye var. Mesela alkol ve uyuşturucu bağımlılığını yeterince görsek de bulimia hastalığı üstün körü bir şekilde geçiştirilmekte. Blake ile ilişkilerinin birbirlerine zarar verecek noktaya dönüşmesi teğet geçen olayların arasında. Es geçilemeyen tek şey ise Amy’nin üne kavuşmasıyla birlikte hayatına girip çıkmak bilmeyen paparazziler. Kafama takılan noktalardan biri ise Back to Black albümünün önemli mimarlarından biri olan Mark Ronson’a yer verilmemesi oldu. İlk albümünden beri birlikte çalıştığı Salaam Remi’yi bir iki kare de olsa görüyoruz fakat Ronson’ın sadece adından bahsedilmekte. Merak edip neden yok diye araştırdım. Çıkan haberlere göre Kanadalı aktör Jeff Tunke Mark Ronson’ı canlandırmış fakat filmdeki bu sahneler çıkarılmış. Yapımcıların bu habere dair açıklamaları ise şu: “Mark Ronson’ın karakteri filmde hiçbir zaman yer almadı. Dolayısıyla olmayan bir karakteri filmden çıkarmak zaten mümkün değil.” Doğru mudur değil midir bilemiyorum ama Amy’nin müzikal kariyerindeki kilit isimlerden biri olan ve filme adını veren Back to Black albümünün yaratıcıları arasında yer alan Ronson’ın sadece adıyla filmde yer alması oldukça saçma.
Filmde birçok şarkısının oluşmasına vesile olan yaşanmışlıkların yanı sıra sahne performansları da yer alıyor. Özellikle beş ödül kazanarak bir rekora imza attığı 2008 yılı Grammy Ödülleri gecesi filmde yeniden yaşanıyor. Yılın albümü ödülünün açıklanmasıyla annesine sarılması, yaşadığı şaşkınlık aynı şekilde karşımızda. Ve tabii Blake ile Miami’deki nikah törenleri de. Filmin sonundan ise kendi adıma memnun kaldığımı söyleyebilirim.
Amy Winehouse’un yaşadıklarına farklı bir açıdan tanıklık etmek için Back to Black filmini kesinlikle atlamayın. Tüm zamanların en iyi albümüne giden yolculuk bu muhteşem sesli insana olan sevginizi biraz daha perçinleyecek. Şimdiden iyi seyirler.