Kenneth Branagh’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve başrolünde Jamie Dornan, Caitrano Balfe, Jude Hill, Ciarán Hinds ve Judi Dench’in yer aldığı, “En İyi Film” ve “En İyi Yönetmen” de dahil olmak üzere 7 ayrı dalda Oscar adaylığı bulunan Belfast, oldukça büyük bir gecikmeyle bugün ülkemizde gösterime girdi. Büyük kısmı siyah-beyaz olan film, çekim açılarıyla bazen yorucu olsa da, özellikle hikayenin temelindeki çocuk karakter Buddy‘nin bakış açısından gördüklerimizle oldukça duygusal (ve de kişisel) bir film.
Belfast – 7,3’lük IMDb puanına büyük bir tezat oluşturarak – son dönemin en çok konuşulan ve pek çok farklı ödülü de evine götürmeyi başaran filmlerinden biri. Bu ödülleri tek tek sayarak canınızı sıkmayacağım; ancak kazanılan pek çok ödülle beraber 7 dalda Oscar adayı olmak küçümsenmemesi gereken bir başarı elbette. Belfast’ın Oscar ödül töreninde nasıl bir performans göstereceğini de bu hafta sonu öğreneceğiz.
Belfast ülkemizde üzücü şekilde gerçekten çok geç gösterime giren bir film; geçtiğimiz yıl Filmekimi programında da yer alıyordu halbuki. Artık buna şans mı şanssızlık mı demeli bilmiyorum ama ben filmi ilk kez geçtiğimiz Çarşamba gerçekleştirilen basın gösterimi sırasında izledim. O zamana dek de ana hatlarıyla konusu ve aldığı ödüller dışında Belfast hakkında pek bir şey bilmiyordum (utanmalı mıyım yoksa?). Bu sebeple de hiçbir önyargım olmaksızın izledim filmi, güzel bir sürpriz yaşadım.
Belfast: Konusu
1960’lı yılların sonlarında Kuzey İrlanda’da, Belfast’tayız. Protestan – Katolik çatışması tüm yıkıcılığıyla devam ederken çocukluğunu yaşamaya çalışan Buddy ve ailesinin hayatı, sokaklarında yaşanan saldırının ardından sonsuza dek değişecektir. Zaten maddi sıkıntılar ve babalarının uzakta oluşuyla zorlanan aile, bu çatışmalarının geçmesini beklemek için çok da fazla vakitleri olmadığını fark eder. Anne ve baba bir taraftan çocukları için kalmak isterken, bir taraftan da yine çocukları için gitmeyi düşünmeye başlarlar. Buddy ise büyükanne ve büyükbabası, arkadaşları, kuzenleri ve ilk aşkıyla Belfast’teki hayatından memnundur ve alıştığı ortamdan ayrılmak istemez…
Mevzuyu Kişiselleştimek
Belfast’in ne kadar kişisel bir film olduğunu anlamak için hiçbir ek bilgiye gerek yok. Filmin Branagh’ın kendi çocukluğunu tamamen anlatmıyor olsa da, bu çocukluktan etkiler taşıdığı açık şekilde ortada.
İşin beğenmek/beğenmemek tarafı bir yana; bir film çekmek ne kadar kişiselse, o filmi sevmek ya da sevmemek de bir o kadar kişisel. Normalde filmlerde (hele ki sinema salonunda) nadir ağlayan bir izleyici olarak; itiraf etmeliyim ki Belfast’i izlerken gözyaşı döktüm – hem mutluluktan, hem de üzüntüden. Belfast çocukluğa dair anıların acı tatlı tüm hislerini barındırıyor; ve aynı bir çocuğun hatıraları gibi, ciddiyetle komedi arasında gidip geliyor. Ve mesafe ve zaman olarak ne kadar uzak olsa da, hepimize bir o kadar yakın.
Hikayeyi çoğunlukla Buddy’nin gözünden izliyoruz; bu Buddy’nin hayatı, daha doğrusu hatıraları… En başta, özellikle ilk sokağa saldırı sahnesinde alttan çekim açıları ve görüşümüzün Buddy’nin görüşüyle kısıtlı olması sebebiyle Belfast bana bir anda La faute à Fidel! filmini anımsattı. “Acaba hikayeyi Buddy’nin bakış açısından olduğu kadar, Buddy’nin boyundan da mı izleyeceğiz” diye düşünerek heyecanlandım. Ancak maalesef öyle olmadı. Branagh “madem fırsatım var, neden olmasın” dercesine pek çok farklı çekim açısı kullanıyor film boyunca.
Çekim teknikleri/açıları konusunda ahkam kesmeyeceğim, Kenneth Branagh filmleri konusunda da uzman değilim. Ancak Agatha Christie uyarlamaları Doğu Ekspresinde Cinayet ve Nil’de Ölüm sonrası şunu söylememde sakınca yoktur diye düşünüyorum: Branagh’ın filmlerinde kullandığı teknikler bazen yapabildiği için yapılmış ya da yapabileceğini ispat etmek için yapılmış izlenimi veriyor. Belli bir tarz geliştirip oradan devam etmek yerine, çok farklı şeyler deneme isteğinin (belki de oburluğunun demeli) karmaşası var filmlerinde. Belfast 98 dakikalık bir film, uzun hissettiriyor ya da izlerken sıkıldım dersem yalan olur, ancak bazı sahnelerin varlığını da sorgulamadım değil.
Belfast, komedi unsurları da olan bir drama. Samimi ama ciddiyetten uzak bir film. Daha doğrusu, filmdeki bazı trajikomik ayrıntılar, filmin ciddi tarafını biraz baltalıyor. Kaldı ki filmin böyle bir derdi de yok zaten. Ancak yine de özellikle filmin son kısmında yaşanan yağma sırasında “Anne”nin deterjan çalan oğlunu yağmalanan dükkana geri götürmeye çalışması, bu sırada kafalarına silah dayanmasıyla olayların tam ortasında kalmaları ve durumda “Baba”nın cesur atışıyla kurtulmaları… Bir otobiyografi için oldukça gerçek dışıydı diyebiliriz.
Buddy’nin ailesinin sokağı, Protestan ve Katoliklerin yıllarca beraber huzur içinde yaşadıkları bir sokak. Herkesin birbirini tanıdığı, komşuluk ettiği, çocukların sokaklarında gönüllerince ve özgürce oynayabildikleri eski tip mahallelerden. Mezhep çatışması bu sokaklara sonradan geliyor. Film kişiselliği ve içtenliğiyle mesaj kaygısı gütmeden ilerlerken, daha doğrusu hikayenin kendisi özel bir çaba göstermesi gerekmeksizin zaten bu mesaja sahipken, son dönemeçte birden kör gözüne parmağım bir mesaj iletmeye çalışıyor. Mesajını zaten iletmişken bu çabanın çok sırıttığını düşünüyorum.
Filmin tüm oyuncularının performansını beğendim. Outlander ile sevdiğim oyuncular arasına giren Caitriona Balfe “Anne” rolünde, Jamie Dornan da “Baba” rolünde çok iyiler; çabasız bir kimyaları var ikisinin. Buddy olarak Jude Hill de hem çok sempatik, hem de rolünün hakkını veriyor. Ancak filmde benim asıl bayıldığım performanslar büyükanne ve büyükbaba olarak izlediğimiz Judi Dench ve Ciarán Hinds. O kadar doğallar, o kadar uygunlar ve o kadar uyumlular ki bayıldım! Umarım iki oyuncu da hak ettikleri gibi Oscar ödüllerini alırlar.
Belfast: Son Söz
Branagh filmi hem kalanlara, hem gidenlere, hem de kaybolanlara adayarak bitiriyor. 2022 yılında hala savaşların gölgesinde yaşarken, ülkemizdeki pek çok genç insan da daha iyi bir hayat için “gitmenin” hayalini kurarken, filmin bizim gibiler için çok daha etkileyici olması ihtimali yüksek. İnsan o nihai soruyu da sormadan edemiyor “Gitmek mi zor? Yoksa kalmak mı?” Benim film için puanım 10 üzerinden 8.