Ateş gibi içeriğe sahip ilk 3 bölüm sonrası Game of Thrones bizlere yeni ufuklar açacak bir bölümle daha karşımızdaydı. Book of the Stranger isimli bölümün hemen başlangıcında Theon’un yardımıyla Ramsey’in tutsaklığından kaçan Sansa’nın Duvar’a, yani ağabeyi Jon Snow’un Lord Commander olduğunu düşündüğü kaleye ulaşması bizler için yeni bir serüvenin başlangıcı anlamına geliyor.
Bilindiği üzere Jon Snow, Nights Watch bünyesindeki adamları tarafından suikaste uğrayarak ölümü
tatmış ve öldükten sonra artık yeminini tamamlamıştı. Zira Nights Watch için edilen yeminin içeriği çok açık: “Ölünceye dek duvarda hizmet etmek”.
Jon Snow ölümden döndükten sonra net bir biçimde artık Duvar’a hizmet etmeyeceğini dile getirdi ve görevi Eddison Tollet’e devrettiğini ifade etti. Ancak Duvar’da hali hazırda ayakta duran en büyük topluluk Tormund’un önderliğindeki Wildlings yani Yabanıllar. Duvarda tam olarak bir belirsizlik mevcut. Ancak belirsizlik bir lider belirsizliğinden öte sanki “Jon Snow ne yapacak? Peşine takılacak mıyız?” belirsizliği.
Jon Snow’un aklında Lord Commander olmaktan daha fazlası olduğunu hissedebiliyoruz. Artık görevini tamamlamış olma dürtüsüyle birlikte hayatta kalan ve Winterfell’e lord olma ihtimali bulunan en yüksek ihtimalli isim Jon. Zira ona kalırsa o hala Ned Stark’ın piçi. Winterfell’in yeni lordu olan Ramsey Bolton‘ın da eski ismiyle aslında Ramsey Snow olduğunu düşünürsek, Kışyarı Lordu olmak için Jon’un kafasında da tilkilerin dolaştığını söylemek yanlış olmaz sanırım.
Buradan şu noktaya atıf yapmak faydalı olur, Ned Stark’ın hayatta kalan çocukları arasında erkek hanedan varisi olarak kalan iki isim var, Bran ve Rickon. Ancak ne kötürüm ve akıbeti belirsiz Bran, ne de Ramsey Snow’a esir düşen Rickon an itibarıyla Kışyarına Lord olabilecek durumda değiller. İşte bu noktada Sansa’nın Duvar’a ulaşması çok önemli bir faktör.
Game of Thrones, bizim bildiğimiz günümüz dünyasındaki gibi erkek varis üzerinden hanedan yaşatılmasını şart koşan bir yapıda ilerlemiyor aslında.
Bunu net olarak görebileceğimiz nokta Greyjoy hanesindeki Ironborn‘lar. En nihayetinde Yara Greyjoy‘un bu bölümle birlikte Greyjoy hanesinin başına geçmek istediğini gözlemledik. Bu mümkün. Ablası Yara’ya ulaşmayı başaran Theon da kendisine neden ulaştığını soran ablasına “Ironborn’u senin yönetmeni istiyorum ve bunun için sana yardım etmek istiyorum” diyerek hanedan kavramındaki esnekliği vurguladı.
Sansa ise Jon’a Winterfell’i geri alması için baskı yapar halde. Ramsey tarafından geldiği söylenen bir mektup bu bölümde Jon’a ulaştı. Mektup içeriğinde Ramsey’in ağzından “Kardeşin Rickon elimde, Kışyarı elimde, Sansa’yı bana vermezsen olacaklardan sen sorumlusun” gibi bir gider yapar dil kullanmıştı. Ancak şahsi fikrimi sorarsanız Ramsey bu tip bir mektup yazacak kadar aptal bir adam değil. Amaçlarını, yapmayı planladıklarını bir mektupla dile getirmek onun tarzı değil gibi geliyor bana. Dahası, muhtemel bir savaş senaryosunda Rickon’un varlığı, dile getireceği son opsiyon olurdu. Yani savaşı kaybetmek üzereyken Jon’a karşı kullanacağı bir kozu daha savaş başlamadan Jon Snow’a bildirmek hiç de Ramsey tarzı bir hareket değil. Bu sebeple Jon’un eline ulaşan ve Sansa’ya tecavüz edilmesinden deri yüzmeye kadar envai çeşit tehdit içeren, Roose Bolton’ın öldüğünü ve başa Ramsey’in geçtiğini vurgulayan bir ağız var ise, bu tip bir mektubun muhtemelen Jon Snow ve Duvar’ı Winterfell’e sürmek isteyen bir başka kişi tarafından yazılmış olması muhtemel.
Aklıma bu mektubu yazanın ya diğer Kuzey ailelerinden birisi olduğu ihtimali (ki bu Rickon’u bizzat Ramsey’e teslim eden Karstark‘lar da olabilir – çünkü ulu kurdun kafasını kestiklerini de belirtmiş) ya da Jon’u ve Nights Watch ile Yabanılların birleştiği orduyu Winterfell’e sürmek isteyen Lord Baelish olduğu düşüncesi geliyor.
Hazır Baelish demişken, Little Finger’ın bu bölümde akıllıca bir hamleyle Aeryn hanesini artık tamamiyle kontrolüne geçirişine şahit olduk.
Prense ok atmayı öğreten kumandanı bile tek cümleyle Moon Door’dan atılma tehdidiyle sürklase edip üstüne bir de “olası savaşta sadık biçimde orduyu yönetebilir” şeklinde adamı ölüme göndermesi çok etkileyiciydi.
Görünen köy için kılavuza ihtiyaç yok, kardeşi Rickon’un Winterfell’de öldürülmüş kurduyla birlikte Ramsey’in elinde tutsak olduğunu bilen Jon Snow‘un, Wildlings’i ve destek verecek Nights Watch üyelerini yanına alarak Winterfell’e yürümesi an meselesi. Ancak Tormund’a “Kaç adamın var?” sorusunu sorduktan sonra 2000 yürüyen ve kılıç tutabilecek adamı olduğunu öğrenmesi, Ramsey’in ise halihazırda 5000 adamla Stannis’i yendiğini öğrenmesi Jon’u alternatif arayışına sürüklüyor. En nihayetinde bu alternatifin Little Finger yani Lord Baelish’ten geldiğini anlıyoruz. Baelish, Aeryn hanesinin askerlerini savaşa giriyoruz diyerek gazladı. Bu haberi er ya da geç Duvar’a iletecek. Ben mektubu getiren atlının Baelish’ten mesaj getirdiğini düşünmüştüm ancak yanılmışım. Yine de mektubu getiren kişinin Winterfell’den gelmediği konusunda ısrarcıyım.
Bölümün bir diğer ayağı ise iktidarı yobaz dindarlardan almaya çalışan Lannister’lar tarafıydı. Açıkçası Cercei’nin Mountain’ı kullanma arefesinde olduğu çok belli. Dindarlara yapılacak bir baskın en büyük beklenti. Ancak Small Council’de hala neden saçma sapan adamlara yetki verildiği konusu merak benim için de… Yine de Tyrell’lere yaptığı giderle onların ordusunu Kings Landing’e toplayacağını belli etti Cercei. Aslında her ne kadar pasifize edilmiş gibi görünse de Kings Landing’in hala en büyük gücünün Cercei Lannister olduğu bir gerçek.
Diğer kıtada ise işler iyice fantastik hale geldi. Tyrion’ın diplomatik zekasını konuşturup Sons of Harpy‘i etkisiz hale getirmek için zenginlerle kölelik sistemini tartıştığı sahneler açıkçası günümüz politik aleminin işleyişine müthiş dokundurmalar içeriyordu. Missandei ve Gri Solucan‘la birlikte köleliğin kaldırılmasını engellemek için zenginlerle konuştukları sahnelerde kullandığı cümle (Mandela’ya ait olan) “Barış düşmanlarla yapılır, dostlarla değil” sözü tam bir felsefe şelalesi. Tyrion, Daenerys’in yokluğunda zaman kazanmanın ve diplomatik çözümün zeka gerektiren yaklaşımın gerekliliğinin farkında. İşte bu noktada Tyrion’ın bu sıra dışı zekasının aslında bir Lannister olmaktan ne kadar uzak olduğunu biraz daha net görebiliyoruz. Bu adamda farklı bir şeyler var. Lannister olamayacak kadar zeki ve sabırlı. Babası Tywin’den bile çok çok ötede bir öngörüsü ve duyarlılığı var.