3. Gün – 7 Nisan Pazar
– 3. günün ilk yarısını kendimize ayırdık, biraz Cannes’in Le Suquet bölgesini gezdik. Akşam pembe halıda ve dizinin gösteriminde Becoming Karl Lagerfeld ekibi var: yaratıcı Isaure Pisani-Ferry, yazar Raphaëlle Bacqué yönetmen Jérôme Salle, oyuncular Daniel Brühl, Alex Lutz, Arnaud Valois, Jeanne Damas, Sunnyi Melles ve Giorgia Sinicorni.
– Becoming Karl Lagerfeld Fransa çıkışlı bir Disney+ dizisi, moda ikonu Karl Lagerfeld’in “Karl Lagerfeld” olduğu döneme odaklanan 6 bölümlük bir mini dizi. Dizinin ilk iki bölümünü izlerken tüm festival boyunca ilk ve son defa gerçekleşen bir durumla karşılaşıyoruz: tüm gösterimlerde telefonla kayıt almak elbette yasaktı ama bu dizinin gösterimi sırasında güvenlik görevlileri ellerindeki lazerlerle telefonlarını açan izleyicileri sürekli olarak üzerlerine işaret ederek uyardılar. İşin ilginç tarafı, insanların ISRARLA telefonlarını açmaya devam etmesi ve güvenlik görevlilerinin de ISRARLA onlara işaret etmeye devam etmesi 🙂 İki taraf da asla vazgeçmedi. Bu kapışmada güvenlikten yana olsam da bir süre sonra etrafımda dönüp duran lazer ışığının fazlasıyla rahatsız edici olduğunu da (hatta telefonlardan daha rahatsız edici) itiraf etmem gerekiyor. Dizi 6 Haziran’da yayınlanacak ve bu sıkı güvenliğin Disney kaynaklı bir durum olduğunu düşünüyorum.
– Festivalde Fransız dizilerine olan ilgi her daim bir tık daha fazlaydı.
3. Günün Dizisi: Becoming Karl Lagerfeld: Gelelim diziye. Başarılı Alman oyuncu Daniel Brühl‘ün moda ikonu Karl Lagerfeld’ı canlandırdığı Becoming Karl Lagerfeld, en azından yayınlanan ilk iki bölümüyle, maalesef beni çok etkileyen bir yapım olmadı. Projeye para harcandığı belli ama nedense anlatım tarzı olarak çok “dümdüz” bir yöntem seçilmiş. Her türlü olay, aklınıza ilk gelecek şekilde işlenmiş. Bir panik atak sahnesi örneğin, bundan önce defalarca kez izlediğiniz aynı şekilde çekilmiş. Fazlasıyla kolaya kaçılmış diye düşünüyorum. Ancak Lagerfeld‘in bir nevi ilham perisi olan Jacques de Bascher’ı canlandıran Théodore Pellerin oyunculuğu ile dizinin öne çıkan ismi olmayı başarmış. Bir de ilginç not: Pellerin festivalin kapanış dizisi olan Franklin’in de kadrosunda yer alıyordu.
Bir de şunu eklemek istiyorum. Gerçekten yaşamış insanların özel hayatını bu şekilde izlemek beni bir tık rahatsız ediyor galiba. Bu dizide bahsi geçen Yves Saint Laurent mesela. Normalde hakkında hiçbir fikrim olmayan, herhangi bir yargım bulunmayan bir tasarımcıydı. Dizide kendisini uyuşturucu ve seks düşkünü, tuhaf zevkleri olan bir adam olarak yansıtmışlar (ne kadarı gerçek hiçbir fikrim yok). Kendisini böyle görünce, adamdan resmen soğudum…
4. Gün – 8 Nisan Pazartesi
– Sabah 11’de, festivalin yarışma kapsamında izlediğimiz tek diziyi görmek üzere alandayız 🙂 Norveç çıkışlı Dumsday, programda ilk gördüğüm andan itibaren hikayesiyle en çok ilgimi çeken dizilerden biri olmuştu. (Herkesin aptallaşarak öldüğü bir salgının ardından hayatta kalan bir grup pek zeki olmayan kişinin başına gelenleri anlatan bir komedi).
– Gündüz saatleri olmasına rağmen salon yine kalabalık, yine oyuncular salona girerken ve ilk 2 bölüm ardından büyük alkış alıyorlar. Bazı sahnelere de hep beraber kahkahalarla gülüyoruz. Umarım kalan bölümleri de bir şekilde, bir yerlerde izleyebilirim çünkü diziyi izlemekten büyük keyif aldım. Bu arada Dumsday festivalin “En iyi Senaryo” ödülünün de sahibi oldu.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Canneseries 2024: İşte Kazananlar!
– Tam da bu noktada şunu söylemek istiyorum… Canneseries‘te şunu iyice kavramış oldum: ben sinema salonu insanıyım ve evde film izlemek benim için asla sinemaya gitmenin yerini tutmayacak. Çünkü ben bu bireysel eylemi, toplulukla beraber gerçekleştirmeyi seviyorum. İzleyicinin enerjisi bana geçiyor. İç çekişler, şaşkınlıklar, kahkahalar ve hatta alkışlar… Bu kolektif şekilde verilen tepkiler ve sinema salonundaki o topluluk, film izlemeyi benim için bir “deneyim” haline getiriyor. Sinema salonunda diğer izleyicilerle birlikte bir film izlemek, sadece film izlemek değil. Ve Canneseries’te (film değil dizi izlemiş olsak da) izleyici harikaydı. Enerjileri çok yüksekti. Bakın başka insanları rahatsız etmekten bahsetmiyorum, bu bambaşka bir şey. Birlikte heyecanlanmak, birlikte hissetmek…
– Aksam gösteriminde Netflix’in Fransa çıkışlı dizisi Fiasco var. Ve bu dizinin gösterimi kesinlikle festivalin en kalabalık gösterimlerinden biri. Yönetmen Igor Gotesman, ortak yaratıcı ve başrol Pierre Niney ile oyuncular François Civil, Pascal Demolon, Géraldine Nakache, Leslie Medina ve Louise Coldefy pembe halıya ve gösterime katılan isimler. Özellikle Igor Gotesman ve Pierre Niney salona girerken büyük bir alkış ve tezahüratlar duyuluyor. Biz tanımıyoruz ama belli ki bu iki isim de Fransa’da çok sevilen isimler.
4. Günün Dizisi: Fiasco: Fiasco 30 Nisan’da Netflix’te yayınlanacak “mockumentary” tarzında bir komedi dizisi. Konusu dikkatimi çekmişti ama diziden nasıl bir şey beklemem gerektiğini bilmiyordum. Sonuç: festivalin en iyilerinden biri 🙂 Özellikle platform belgesellerinin/gerçek suç içeriklerinin çekim tarzlarıyla dalga geçişi, Pierre Niney başta olmak üzere son derece başarılı oyunculuk performansları ve de bir komedi dizisinde beklediğimiz en önemli şeyi gerçekleştirip KOMİK OLMASI ile Fiasco kesinlikle festivalde en beğenerek izlediğim yapım oldu.
– Kısa bir not: Canneseries’te Disney+ ve Netflix’in Fransız dizilerini izledim: sırasıyla Becoming Karl Lagerfeld ve Fiasco… Şimdi bu dijital platformların bir Fransa’da OK verdikleri projelere ve sonuçlarına bakıyorum, bir de Türkiye’dekilere… Türkiye’de bu alanda çok ciddi bir sorun var. Hem hikaye ve prodüksiyon, hem de oyunculuk bakımından.
5. Gün: 9 Nisan Salı
– İlgimi çeken çok bir şey olmadığı için festivale katılmadığım tek gün, bugün 🙂 Akşam gösteriminde Maxima isimli Hollanda dizisi vardı ancak biz bugünü Èze köyünü gezmek için ayırdık. (Seyahatimin tatil kısmından paylaşımlar için kişisel Instagram hesabıma beklerim 🙂 )
6. Gün: 10 Nisan Çarşamba
– Ve geldik festivalin son gününe… Hava genellikle güzel ve güneşli olsa da maalesef son gün yağmura yakalanıyoruz ve pembe halı da yağmur altında gerçekleşiyor.
– Kapanış akşamında önce yarışma kapsamındaki ödüller sahiplerini buluyor, ardından da Franklin isimli Apple TV+ mini dizisinin ilk 2 bölümünü izliyoruz. (Ödül kazanan dizilere dair yazımız ŞURADA). Salonda en çok alkışı alan ve yaratıcıları aldığı ödüle en çok sevinen yapım ise kesinlikle “DJ Mehdi: Made in France” belgeseliydi. Çok duygulandılar ve çok mutlu oldular.
– Tarihi bir dizi olan Franklin’i son güne ve ödül töreninin sonrasına bırakmak korkarım pek iyi fikir değilmiş. Çünkü ilk defa salondan dizi izlenirken bu kadar çok kişinin ayrıldığını gördüm, benim de hem yorgunluktan hem de uzun saatler boyunca salonda kalmaktan yer yer uykum geldi.
– Son akşamın onur konuğu Michael Douglas idi. Şu anda 79 yaşında olan Oscar ödüllü emektar oyuncu maalesef yaşını fazlasıyla gösteriyor; bana çok zayıflamış ve enerjisiz gözüktü. The Kominsky Method dizisindeki performansını çok beğenmiş olsam da, Franklin sonrasında “Acaba artık emekli olup dinlense daha mı iyi?” diye düşünmeden edemedim.
6. Günün Dizisi: Franklin: Maalesef Franklin, festivalde izlediğim yapımlar içerisinde beni en az etkileyen dizi oldu. Benjamin Franklin hayatına hakim olduğum bir tarihi kişilik değil, hikayesi de ilk 2 bölüm itibariyle pek ilgimi çekmedi. Bu durumda Michael Douglas‘ın Franklin’i canlandırmak için en ufak çaba sarf etmemiş olmasının da etkisi olabilir tabi 🙂 Uzun zamandır hiçbir dizide bu kadar kötü bir “line delivery” görmemiştim: sanki hiçbir cümleyi doğru anda ve doğru vurguyla söyleyemiyor gibiydi. Bir de hakikaten tarihi entrikaları anlamakta zorlanıyorum, buna bir de 6 günün yorgunluğu eklenince diziye kendimi bir türlü veremedim ve takip edemedim.
– Festivalin hep olumlu taraflarından bahsettik, peki olumsuz bir taraf yok muydu? Elbette var. Festival alanına girişte çantalar kontrol ediliyordu demiştim, bu oldukça normal bir durum; içeriye yiyecek ve içecek sokulmuyor. Ancak sıkıntı şu ki, festival alanında hiçbir yerde yiyecek ve içecek satılmıyor. Bazen 3-4 saat salonda kaldığımız oldu ve bu süreyi susuz geçirmemiz gerekti! Salona su bile alınmamasını anlıyorum ama en azından fuaye alanında küçük bir bar ya da otomat olabilirdi.
– Güvenlik görevlileri biraz fazla sert davranışlar içerisindeydi, hepsi olmasa da bazılarının “kaba” olduklarını bile söyleyebilirim. Böyle bir ortamda bu kadar sert olmaya bence gerek yok, genel olarak herkes birbirine saygılıydı zaten.
Canneseries 2024: Son Söz
Bir hayalimi gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum 🙂 Baştan sona benim için çok güzel bir deneyim oldu. Bir daha fırsatım olur mu bilinmez ama yeniden gitmeyi de çok isterim. Ve umarım aynı film festivalleri gibi dizi festivallerinin de sayısı ve bilinirliği artar.