DC’s Legends of Tomorrow – Çok mu Gerekliydi?

4034
Legends-of-Tomorrow-Promo-Image-DC-CW-2016

DC Comics, Marvel ile arasındaki rekabetin sinema ayağında radikal bir mecraya çekiliyor oluşuna geç de olsa cevap vermeye başladı. Şüphesiz bu durum en çok bizim gibi dizi fanatiklerine ya da süper kahraman  meraklısı “geek”lere yarıyor.

DC’nin geçmişte Cristopher Reeve ile ateşlediği Superman serisi, ilk bölümlerinde ses getiren ancak sonrasında fiyaskoya dönüşen bir seri olmuştu. Haliyle DC franchise elementlerinden en güçlü olanı başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Sonrasında Flash’ın dizileri, Batman’ın üçüncü sınıf sitcom’ları, Tim Burton tarafından gotik komediye dönüştürülen Batman Saga’lar ve son Superman Returns faciası da düşünülünce, süper kahramanları beyaz perdeye aktarma konusunda DC’nin bugüne kadar çok da parlak bir geçmişe sahip olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Buna karşılık Marvel, X-Men serisiyle başlattığı ilk ciddi serüveni halen başarıyla devam ettirmekte. Buna Wolverine spinoff’ları, Avengers serileri, Sony ve Fox destekli Spiderman denemeleri, Hulk, Captain America gibi güçlü ve iddialı yapımlar da eklenince piyasa birden bire karıştı. Özellikle Marvel’in prodüksiyonlarında para harcamaktan kaçınmayışı ve şöhretli isimleri bir araya getirişi başarıdaki en büyük faktör şüphesiz.

Ancak DC son dönemde işi daha ciddiye almaya karar vermiş gözüküyor. Karanlık anti-kahraman John Constantine, sinemada şaşırtıcı bir beğeni yakalamıştı. Yeni Batman serisinin yarattığı etki malumunuz. Man of Steel ile Superman’e de hakettiği itibarı iade etmeyi başaran DC, ardından bu seriyi Justice League’e kadar götürecek yeni serüvenleri planlamış durumda.

İşte tam bu noktada aslında çok büyük bir etki yaratmayı başaran DC’ye ait 2 yeni ürün “Biz bu işi ciddiye aldık, bizi izlemeye devam edin” mesajını vermeyi başardı: Arrow ve The Flash!!!

Arrow, bir süper kahraman olmamasına rağmen Justice League’in temellerini atan ilk counter hero olarak takip ediliyordu ve DC’nin en eski üyelerindendi. Dizi şaşırtıcı bir başarı yakalayınca DC asıl hamlesini en sevilen süper kahramanlarından birini oyuna sürerek yaptı: The Flash…

Arrow ve Flash’ın şaşırtıcı derecede kalabalık ve bağımlılık seviyesinde tutkuyla izleyen seyircileri mevcut. İzleyenler Arrow’da yeni bir “Bruce Wayne” (Zengin ve züppe, süper kahraman olmayan kahraman) havası yakaladı. Flash ise “Fringe” ile deneyimlediğimiz “bilimi serüvenle sentezleme” günlerini bize tekrar yaşatıyor.

Ancak bu 2 dizinin sıradışı başarısı DC’yi biraz acele etmeye ve kontrolsüzlüğe sürüklemiş gibi gözüküyor. Bir ara şansını “Constantine” dizi serisiyle de deneyen DC, Legends of Tomorrow projesi ile Arrow ve Flash’ın crossverse aşaması esnasında araya kaynayan villainları (kötü adamları) ve ikinci sınıf heroları bir araya getirerek gelecekte geçen bir dizi çekmeye karar verdi.


Legends of Tomorrow’a ilişkin ilk izlenimler

Yukarıda Legends of Tomorrow’a gelene kadar yaşanan süreçten biraz bahsettik. Peki Legends of Tomorrow nedir? Arrow ve Flash halihazırda bizi ekrana kilitlemişken, bir taraftan Constantine’in akıbetini sorguluyorken, seyirci Man of Steel’in üzerine Dawn of Justice’i beklemeye geçmişken Legends of Tomorrow cidden gerekli midir?

İlk izlenimlerim doğrultusunda şunu söylemem gerekiyor, malzemesi bu kadar bol olan bir evrende, sırf malzeme bu kadar fazla diye har vurup harman savurmak çok da akıllıca görünmüyor.

Tanıtımları yapılan Legends of Tomorrow’un tanıtım filmlerinde Arrow ve Flash’ı net olarak görüyorduk. Dolayısıyla hepimizin aklında “Arrow ve Flash da Legends of Tomorrow ekibinin birer üyesi” fikri oluşmuş gibiydi. Ancak dizi bizlere bir ters köşe yaptı. Dizinin kadrosunu gördüğümüzde farkediyoruz ki ekibin en ünlü üyesi… Aslında hiç de ünlü falan değil…

Cidden öyle… DC Comics takipçilerinin birebir takip ederek gönülden bağlanacak tek bir karakter mevcut değil Legends of Tomorrow’da… Belki, bir ihtimal Rip Hunter… Ancak zaten gelecekten gelen ve ekibi toplayıp gelecekte Vandal Savage’a karşı savaşmaları konusunda takımı örgütleyen kişi olduğunu düşünürsek Rip Hunter’ın etliye tuzluya pek karışacağını tahmin etmiyorum. Karışsa dahi ekibin kalanı fazlaca silik kalacak gibi.

Aslında diziyi, en azından bence “gereksiz” kılan en önemli faktörlerden birisi de bu; karakterler o kadar silik ve altyapısı zayıf karakterler ki, izleyici bu karakterlerle nasıl bağ kuracak açıkçası fikrim yok, buyurun değerlendirelim:

–          Rip Hunter (Arthur Darvill): Dizinin hemen başlangıcında ve ilerleyişinde gördüğümüz üzere bir zaman yolcusu. Amacı gelecekteki felaketi önlemek adına geçmişten bir kahraman takımı kurmak ve geleceğe götürmek. Ancak gittiği zamanda Arrow, Flash, Batman, Superman, Wonder Woman, Aquaman, Cyborg gibi doğal kahramanlar varken geleceği kurtarmak adına neden ortamın en silik elemanlarından ekip kurmuş? Bilinmezlerdeyiz…

–          The Atom (Brandon Routh): Bilmeyenler için söyleyelim, kendisi Marvel’daki “Ant Man”in DC’deki karşılığı. Yine bilmeyenler için söyleyelim, Marvel ve DC evreninde birbirinin karşılığı olmayan bir kahraman neredeyse yok. Zengin ve yakışıklı ancak ahlaklı, bilimci ve kahraman klişesinin en önemli temsilcilerinden olan Atom’u (aklınıza nasıl da Iron Man geldi değil mi?) Brandon Routh’un canlandırması ise tam bir talihsizlik olmuş açıkçası. Superman Returns faciasında yönetmen ve senaristin ne kadar payı varsa Brandon Routh’un kötü oyunculuğunun da o kadar etkisi vardı. Flash’da gözüktüğü birkaç bölümde de cidden çok kötü bir oyuncu olduğunu görebiliyoruz. Bu sebeple The Atom’dan da çok beklenti içinde olmayın derim.

–          Captain Cold (Wentworth Miller): Gerek Flash’da yer aldığı bölümlerde, gerekse de Legends of Tomorrow’da görüyoruz ki Wenworth Miller halen Scofield karakterinin etkisinden çıkamamış. Eminim takip eden herkeste “eline buz tabancası verilmiş Scofield” hissiyatı mevcuttur. İyi oyuncu her rolde iyi olacak diye bir kaide yok. Captain Cold Flash için 1-2 bölümlük bir villain seçeneği olabilir, ancak koca bir serüvenin bayrak adamı olacak kadar iyi değil. Kaldı ki elinizde donduran bir tabancayla DC evreninde nereye kadar?

–          Heat Wave (Dominic Purcell): Scofield gelir de ağabeyi olmaz mı? Tabi ki o da burada. Rolü gereği biraz daha gerzek ve kafası basmayan bir tatlı kötüyü canlandırsa da Dominic Purcell’in de Prison Break’deki ağabey konumundan çok uzaklaşamadığını hissediyoruz. Maalesef. Yine elinizde alev yayan bir tabancayla DC evreninde nereye kadar?

–          Firestorm: Flash’da tanıyıp sevdiğimiz pamuk dedemiz Martin Stein (Victor Garber) ile eski futbol oyuncusu siyahi bir gencin metamorfozundan ortaya çıkan laboratuvar füzyonu şeysi… Evet, Caitlin Snow’un sevgilisi Ronnie Reymond varken Firestorm bir nebze kabul edilebilir doğal bir hero, ancak yeni haliyle çok tutulacağını sanmıyorum.

–          Hawkgirl (Ciara Renée): Nam-ı diğer Şahin Kız. Kısa keseyim, DC evreninde Hawkgirl ve Hawkman kadar gereksiz başka karakter var mıdır emin değilim. Evet, sırtınızda kanadınız, elinizde de gürzünüz var. Sonra? E yani sonra? İşin garip tarafı, senaryo Hawkgirl üzerinden yürüyor, çünkü kötü adamımız Vandal Savage Hawkgirl’e takıntılı. Koca burunlu Hawkman de Hawkgirl’e yanık… Öyle karışık ilişkiler yani.

–          Hawkman (Falk Hentschel): Bir diğer gereksiz karakterimiz. Çok uzun yazmaya gerek yok. Kanatları falan var, bir de gürzü var işte… Vandal Savage ile yaklaşık 2000 yıldır kapışıyorlar, çünkü hem şahin kız hem de kendisi sürekli reenkarne oluyorlar… Çay demlemek istiyorum.

–          White Canary (Caity Lotz): İşte bir domino taşı daha. Üflesek yıkılacak durumda. Sarah Lance… Arrow’un boynuzladığı eski sevgilisi. Birkaç kez ölmüşlüğü, sonra da Lazarus Pit’de dirilmişliği var. Bir de teknolojik aletlerle falan çok yüksek frekansta ses çıkarabiliyor. Başka numarası yok. Emin olun yok…

–          Vandal Savage (Casper Crump): Tüm bu karakterler arasında aslında en ilgi çeken kişi… Baş kötü… Kötüleri seven tipte bir izleyiciyseniz tam size göre aslında. Adamın özelliği envai çeşit büyü bilmesi ve geride kalan tek hücresi dahi olsa ondan tekrar hayata dönebilmesi. Yani bu adamı yok edebilmeniz için adamdan geriye zerre dahi kalmaması gerekiyor. Artık zamanda geri mi yollarsınız, atom kadar olup yumruk mu atarsınız, buz silahıyla dondurur ateş silahıyla yanarlı dönerli mi dalarsınız yoksa çok ince sesle kulağını mı patlatırsınız size kalmış. Ya da belki, kadife kanatlarınızla uçup gürzünüzle yüzüne vurabilirsiniz. Arrow ve Flash’ın yapamayıp da sizin yapabildiğiniz ne varsa işte… Ayrıca zamandan bağımsız yaşayan Flash’ın yer almadığı bir geleceğe seyahat ayrı bir çelişki yumağı…

Özellikle süper kahraman içeren prodüksiyonlara karşı kişisel merakım sebebiyle de fazlasıyla sabırlı ve hevesliyimdir. DC evreni de benim için herşeyin başlangıcını temsil ettiği için Marvel’den daha öndedir. Arrow ve Flash’a karşı olan sevgimi, cep telefonunda her gün oynadığım “Injustice Gods Among Us” oyununu da düşününce, benim için tolerans aralığının çok geniş olduğunu söylemeliyim.

Ancak, DC’s Legends of Tomorrow, neresinden tutarsam tutayım elimde kalan bir yapım oldu. İlk bölüm, Arrow ve Flash’ın bulunduğu evrenin geleceğinde geçtiği için çekicilik arzediyor. Ancak, boşa harcayacağım ve yapacak bir şey bulamadığım ekstra zamanım olmadıkça (ki öyle bir zaman olmuyor genelde) Legends of Tomorrow’a zaman ayıracağımı düşünmüyorum.

Prodüksiyon ne kadar kaliteli olursa olsun, kurgu, hikaye, örgü ve karakterlerin işlenişi de bir o kadar kaliteli olmalı ki eser uzun ömürlü olsun. Bu açıdan, Legends of Tomorrow’a dair ilk izlenimim hiç de iyi olmadı. Yine de içimde bir taraf “Abi sen yanılmışsın, çok kral diziymiş” diyen arkadaşların çıkmasını arzuluyor.

Puanlama (İlk İzlenim)

Senaryo – Hikaye: 7/10
Kurgu: 7/10
Karakter İşleyişi: 6/10
Akıcılık:
Final: X/10
Genel Ortalama: 7/10
IMDb Puanı (02.02.2016): 7,9/10