Usta yönetmen Martin Scorsese, 2019 yapımı son filmi The Irishman’in ardından bu yılın en çok konuşulacak filmlerinden Dolunay Katilleri ile beyazperdeye geri dönüş yapıyor. Gazeteci David Grann’in aynı adlı kitabından uyarlanan ve Leonardo DiCaprio, Robert De Niro ve Lily Gladstone’u başrollerde karşımıza çıkaran film, 20 Ekim itibariyle ülkemizde de vizyona giriyor.
Killers of the Flower Moon / Dolunay Katilleri: Konusu
1920’li yıllar, Oklahoma. Yerin altından fışkıran petrol, Amerikan yerlilerinden Osage Halkı’nı bir gecede zengin etmeyi başarır. William King Hale de bölgenin safkan aileleriyle iyi ilişkiler halinde olan, bilinen ve sayılan simalardan biridir. Bu arada yeğeni Ernest Burkhart da askerliğini bitirmiş ve dayısı William yani Kral’ın yanına gelmiştir. Şoförlük yapmaya başlayan Ernest, işi gereği safkan ailelerden Mollie ile bir araya gelmeye başlar. Ve bu bir araya gelmelerin sonucu dayısı Bill’in de tavsiyeleriyle (hatta manipülasyonlarıyla) evliliğe dönüşür. Bu evlilikler o bölgede alışılagelmiş bir durumdur. Ne de olsa topraklar çıkan petrolle daha da değerlenmiş, soluk benizli eşler de bu zenginlikte pay sahibi olmaya haz kazanmışlardır. Fakat bu zenginlik zaman içinde cinayetleri de peşi sıra getirir. Sadece safkan ailelerin üyeleri hayatını kaybetmez, bu cinayetleri araştıranlar da tek tek ortadan kaybolmaya başlar. Peki, bu cinayetler nasıl ortaya çıkarılacaktır? Burada devreye ülkenin federal araştırma bürosu FBI girer ve bu ölümlerin ardındaki gerçeği araştırmaya başlar.
Filmde Ernest Burkhart rolünde Leonardo DiCaprio hayat veriyor. Fragmanlarında tüm “kariyerinin en iyi performansı” yorumlarıyla belirtilen DiCaprio kariyerinin iyi rollerinden birinde. Özellikle filmin son kısımlarında oldukça iyi. Fakat kendi adıma en iyisi budur diyemeyeceğimi belirtmek isterim. Ernest’ın Kral lakaplı dayısı William King Hale rolünde Scorsese filmlerinin vazgeçilmez isimlerinden usta oyuncu Robert De Niro’yu izliyoruz. De Niro için söylenebilecek hiçbir şey yok. O bence sonsuza dek yaşasın ve farklı karakterlerdeki muhteşem oyunculuğunu her nesle göstersin. Filmin önemli karakterlerinden Mollie rolünde Lily Gladstone yer almakta. Filmin en iyi performanslarından birine sahip olan Gladstone, muhtemelen gelecekteki ödül törenlerinin vazgeçilmez isimlerinden biri olacak.
Jesse Plemons federal büronun ajanlarından Tom White, Tantoo Cardinal Mollie’nin annesi Lizzie Q, John Lithgow Savcı Leaward, Brendan Fraser da Bill Hale’in avukatı W. S. Hamilton rolüyle filmin kadrosunda yer alıyorlar. Yönetmen Martin Scorsese filmin senaryosunu Eric Roth (Forrest Gump, The Curious Case of Benjamin Button) ile birlikte kaleme almış. Filmin hikâyesi ise Amerikalı gazeteci David Grann’in araştırmaları sonucu 2017’de yayımladığı Killers of the Flower Moon: The Osage Murders and the Birth of the FBI adlı kitabına dayanıyor. Çekimler ise Oklahoma’nın Osage bölgesinde gerçekleştirilmiş.
Dolunay Katilleri, benim bu yıl gerçekten sabırsızlıkla beklediğim filmlerden biriydi. Çünkü Scorsese Irishman’ın ardından dört yıl sonra hem de beyazperdede bu açıdan hiç bahsi geçmeyen bir Amerikan yerli kabilesini merkezine alıyordu. Fakat ne yazık ki benim için hayal kırıklığı oldu. Toplam 3 saat 26 dakika gibi epeyce uzun bir süreye sahip olan film beni anlatmak istediği hikâyenin içine bir türlü alamadı. Evet, çok önemli bir konuya değiniyor mu, değiniyor. Osage Halkı açgözlü beyazların ablukasına alınıp yok edilmeye çalışılmış mı, çalışılmış. Hatta cinayet olarak kayıtlara geçmediği belirtiliyor mu, hem de üstüne basa basa. Fakat bu trajik durum maktul ve mağdurun değil katil ve galibin tarafından aktarılıyor. Filmin ana karakteri Ernest’ın yanı sıra bu kadar acıyı yaşayan Mollie’nin ne hissettiğini bir de onun açısından görmek isterdim. Oyunculukların, hele ki De Niro ve Gladstone’un muhteşem ötesi performansları görülmeye değer ama filmin üzerine yapışmış bir durağanlık var ve bu neredeyse finale kadar gidiyor. Filmin tek beğendiğim noktası finale bağlanma bölümü oldu.
Şimdi burada bir konuya daha parantez açmak istiyorum. Filmin ön gösterimleri başladığından bu yana inanılmaz övgüler havalarda uçuşuyor. Tabii ki herkesin fikrine saygımız sonsuz, yapılan her şey insanları bir yerden yakalıyor ve etkiliyor. Hele ki yaşları ilerlemesine rağmen o sinema sevgisini farklı hikâyelerle bizlere sunan Martin Scorsese gibi usta yönetmenlerin yeri çoğumuz için apayrı. Fakat burada şöyle bir durum var; ne yazık ki Scorsese Amerika’yı yeniden keşfetmiyor. Neden derseniz, onu da şu şekilde açıklayayım. Son birkaç yıldır Amerikan yerlilerini hikâyenin merkezine alan yapımlar dizi dünyasında kendisine yer edinmeye başladı. Bunu belki bir kısım Yellowstone’da, hatta Dutton ailesinin atalarına odaklanan 1883 ve 1923 adlı dizilerde görme fırsatımız oldu. (İzleyenler hatırlayacaktır, 1923’te Rainwater soyundan Teonna’nın yaşadıkları insanın kanını donduracak şekilde.) Son dönemde ise bence mutlaka herkesin şans vermesi gerektiğini düşündüğüm Reservation Dogs ve Robert Redford-George R.R. Martin ikilisinin yapımcıları arasında yer aldığı Dark Winds özerk bölgelerde yaşayan Amerikan yerlilerinin nelerle karşı karşıya kaldığını gayet vurgulayıcı bir şekilde gösteriyor. Bu bazen 1920’ler oluyor, bazen 1970’ler, bazen de günümüz. Bu hikâyeler belki gelecekte daha da artacak ve biz belki daha da farklı şeyler öğreneceğiz. Martin Scorsese cesaret ederek böyle bir hikâyeyi beyazperdeye taşımış olabilir ama bu benim için ilk değil, son da olmayacak. Ki bu arada izlemeye gittiğim arkadaşlarım yaşanan olaylardan çok etkilendi ki muhtemelen daha önce Amerikan yerlilerine dair bir hikâye ilgilerini çekip izlemedikleri için olabilir. İşte bu da tabii Scorsese’nin faktörü olarak karşımıza çıkıyor. Belki bu filmden sonra yukarıda bahsettiğim dizilerin hikâyesi ya da hiç bilmediğimiz hikâyeler daha fazla dikkat çekebilir kim bilir.
Killers of the Flower Moon / Dolunay Katilleri: Son Söz
Muhtemelen ödül törenlerinde adını sıkça duyacağımız Dolunay Katilleri, bir Martin Scorsese filmi olmakla beraber Leonardo DiCaprio, Robert De Niro ve Lily Gladstone’un performanslarıyla bir süre adından söz ettirecek. Gireceğiniz ortamlarda bihaber kalmamak adına filmi izlemek için kendinize bütçe ve vakit ayırmaya çalışın. Yaklaşık 3,5 saat süren filmi aydınlık bir kafayla gündüz seanslarından birinde izlemek daha akıllıca olacaktır diye düşünüyorum. IMDb puanı şimdilik 8.4 olan filme benim puanım 6.5. Şimdiden herkese iyi seyirler.