Herkese Merhaba!
En son “Editörün Notları” yazısının üzerinden yine aylar geçti. En son yazımda, “Bu olanlarda hayat kadar ben de suçluyum korkarım” demiştim. Bugün aynısı demeyeceğim çünkü aylardır ofiste gerçekten yoğun bir tempoda çalışıyorum. Bir de eskiye göre kendime dinlenmek için biraz daha fazla zaman tanımaya çalışıyorum. Evet, her şeye rağmen yine buradayım ve yine yazıyorum, bu da bir şeydir sanıyorum 🙂
* Uzun yıllardır bir parçası olmaktan mutluluk duyduğum bir Facebook grubu var, daha önce de bahsetmiş olduğum Dizi Tavsiye (Yabancı Diziler) isimli grup. Sevgili yöneticimiz Zerrin sağ olsun, gruba üye almak konusunda oldukça seçici davranıyor. Gel zaman, git zaman az ama öz üyesi olan bir grup haline geldi Dizi Tavsiye. Her ne kadar bugüne dek birbirimize yüzyüze görmüşlüğümüz çok az olsa da, birbirimizi iyi anlar olduk: çünkü aynı dili konuşuyoruz. Şaka kaldıran, ne zaman geyik yapacağını, ne zaman ciddi olacağını, nasıl tartışacağını ya da iletişim kuracağını bilen bir kitle… Bir süredir grupta çeşitli iletiler altında hep benzer şeyleri konuştuk, diziler eskisi kadar tat vermiyor, eskisi kadar orijinal iş karşımıza çıkmıyor yani kısaca “Ne olacak bu yabancı dizilerin hali?” mevzusu… Bu konudaki düşüncelerimi bir ileti altında toplamıştım, sizlerle de paylaşmak istediğim için alttaki şekilde biraz toparladım.
“Biliyorsunuz ben işin hem izleme, hem de yorumlama kısmı ile ilgiliyim. Dizi-Mania’yı kuralı 7 sene oldu ama diziler hakkında yazıp/çizmeye ondan çok daha önce başlamıştım. Belki sizler kadar çok dizi izlememişimdir, yine de az çok neler olup bittiğine dair fikir sahibi olduğumu düşünüyorum.
Yabancı dizi izleme oranları ülkemizde İnternet bağlantısının yaygınlaşması ile yükselmeye başladı. Zaten sektörün bu denli büyümesinde, global hale gelmesinde en büyük etmen bence İnternet denen şeyin ülkeleri birbirine bu kadar yakınlaştırması; her eve girdi neredeyse ve ulaşmak çok kolay. Bu sanırım sektör için hem çok iyi oldu hem de çok kötü.
Eskisine göre çok daha fazla para var, çok daha iyi yönetmenler, çok daha iyi oyuncular TV için, streaming platformları için dizi çekiyorlar. Çok fazla ürün ve seçenek var ama aynı tat yok. Bunun en önemli sebeplerinden birisi bence yaratıcılığın körelmiş olması ve bizim çok fazla şey gördüğümüz için artık daha zor şaşırıyor olmamız. Yani sektör ile ilgili sıkıntılar olmasına rağmen, kişisel olarak bizlerin de “doymuşluğunun”etkisi olduğunu düşünüyorum. Günümüz insanı olarak her şeyi çok çabuk tüketiyoruz, zaten bizim için önümüze konan her şey bir “tüketim” malzemesi.
Diğer taraftan özellikle Amerika dizilerinin genel izleyicisini kaybetmemek ve reyting uğruna yaptığı çok önemli hatalar da olduğunu düşünüyorum. Aynı işin 20 kopyası oluyor ayrı kanallarda. 5 farklı CSI, 4 farklı SVU, 10 farklı çizgi roman uyarlaması vs. vs. Amerika kanalları güvenli sularda oynamak istiyor, onların izleyicisi bunu alıyorsa, daha farklı bir şey yapmaya yeltenmiyorlar. İşte biz de bunun cefasını çekiyoruz maalesef, Amerika izleyicisinin “anlayamadığı” diziler birer birer iptal oluyor.
Bu arada Uzak Doğu dizilerine yönelmiş olmam bana gerçekten yeni bir bakış açısı kazandırdı, bunu samimi olarak söylüyorum. Uzak doğu dizilerine başlamadan evvel zaten Amerika dizilerinden oldukça bunalmıştım, özellikle şu ardı arkasına gelen “revival” muhabbetinden midem bulanıyor artık. Bu yeni bakış açısı, Amerika dizilerinin nasıl da üzerimizde Amerika kültürü empozesi uyguladığını görmemi sağladı. Resmen dünyayı, onların DOĞRU bulduğu şekilde görmeye başlamışız ve genelleyecek olursak da Amerika (aynı Sünni Müslüman Türkler gibi) yalnızca Hristiyan Amerikalıların dünyasını gerçek ve doğru olarak yansıtıyor. Dünyada olan biteni sadece onların perspektiflerinden görüyor ve onların yaşam şeklini doğru olarak kabul ediyoruz. Dediğim gibi, bu yeni bakış açısı sayesinde aslında Amerikalıların ne kadar ırkçı ve kendini beğenmiş olup, kendinden başka hiç bir kültürü kat’iyen kabul etmediklerini görmüş oldum. Ve bu durumdan baya baya tiksiniyorum.
Özellikle aile ve ilişkiler konusunda yansıttıkları, bence bizim sosyo-kültürel yapımıza uymuyor. Uymak zorunda da değil, bunu bu şekilde izleyerek keyif alabiliriz tabi, ancak bunu yansıtma şekilleri sadece kendi yaşantılarının doğru olduğu, herkesin böyle yaşaması gerektiği şeklinde. Kendi kültürlerinde, günlük hayatlarında olmayan şeyleri anlayamıyor, anlayamadıkları gibi de küçük görüyor ve bu konuda üstünlük taslıyorlar. Yani, onlar için diğer kültürler ve ırklar her zaman karikatürize edilmiş birer “karakter”. LGBTI bireyler de, uzak doğu insanı da, afrika kökenli amerikalılar da, müslümanlar da… Biraz düşünürseniz ne dediğimi anlayacaksınız, bu saydıklarım içerisinde “stereotype” olmaksızın, gerçekçi olarak yansıtılan kaç tane karakter var? (İstisnalar elbette vardır…) Aynı durum kadın karakterler için de geçerli…
Velhasılı, özellikle Amerika dizilerinden çok soğudum, kendi adıma. Beni heyecanlandıran, oturup diziyi izlemem için beni motive eden çok az yeni yapım oluyor. Bunun sebebi hem sektörel, hem de kişisel. Amerika yapım şirketleri acilen nicelikten ziyade niteliğe önem vermeye başlamalı. Klişelerden kurtulmalı (ya da yeni bir bakış açısıyla yorumlamalı) ve risk almalı. Bu böyle olmaz…”
* Sizlere daha önceki yazılarımda Epispde Dergi’nin portalında yazmaya başladığımdan bahsetmiştim. Geçtiğimiz ay çok güzel bir gelişme oldu benim için, aslında uzun yıllardır hayalini kurduğum bir şey gerçekleşti desem daha doğru olacak. Episode’un Ekim-Kasım sayısında benim de bir yazım yayınlandı: Yeni Başlayanlar için Kore Dizilerine Giriş 101. Ben Episode’un Kore dizilerinden sorumluyum biliyorsunuz. Dergideki ilk yazımın da, Kore dizilerine giriş niteliğinde olmasını istedim. Maalesef K-Drama söz konusu olduğunda ülkemizdeki dizi izleyen kitlenin çok ciddi önyargıları söz konusu. Ben de bunları kırmak ve biraz da bizlerin K-Drama’yı neden bu kadar tutkuyla takip ettiğimizi anlatmak istedim. Yazıyı alanlardan güzel geri dönüşler oldu, bu yüzden sonuçtan memnunum kendi adıma 🙂
Bu arada Episode gerçekten hem yerli hem yabancı dizi izleyicisini memnun edecek, dolu dolu bir dergi. 6. sayının en önemli kısmı sanıyorum yakın zamanda 2. sezonu yayınlanan Stranger Things oyuncuları ile yapılan röportaj. Episode’u tüm dergi satan noktalarda, ayrıca online olarak DERGİLİK uygulamasında bulabilirsiniz. Yazımı okur ve yorumlarınızı da paylaşırsanız, gerçekten bana çok yardımcı olmuş olursunuz 🙂 Kore dizileriyle alakanız olmasa da okuyun, zira gerçekten eğlenceli ve akıcı yazma konusunda iddialıyım!
* Bu Editorün Notları yazısını, bu aralar oldukça canımı sıkan ama dizilerle pek de alakası olmayan bir konudan bahsederek bitireceğim. Episode Dergi vasıtasıyla, Kore dizilerini ciddiye alacak, bu yapımlara dair önyargılarından kurtulacak kaliteli bir kitleye hitap etme şansı yakaladığım için çok seviniyorum. Kore dizilerine ilgisi olanların da olmayanların da, bu mevzuda iyi araştırılmış ve doğru düzgün hazırlanmış makalelere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum, bilmiyorum belki de kendime ve yaptığım şeye çok fazla anlam yüklediğimi de düşünebilirsiniz. Ama sizin de bildiğiniz gibi en nihayetinde Dizi-Mania’yı kurma amacım da “kaliteli içerik” üretmek idi. Konuyu bağlayacağım yer, K-Pop’un ülkemizdeki tanıtımındaki içler acısı hali… Eğer K-Pop hakkında bir bilginiz yok ise, neden kendimi bu kadar sıkıntılı hissettiğimi anlamanız da çok kolay olmayacak tabi. Şöyle anlatmaya çalışayım… Her ne kadar Türkçe müzik içeriği üreten iyi siteler ve dergiler mevcutsa da maalesef K-Pop bu mecralarda yer bulamıyor. Bulamadığı için şu anda Dünya müzik sahnesinde çok önemli bir noktasında olmasına rağmen ülkemizde halen alay konusu olmaya devam ediyor. K-Pop bilinmiyor, yanlış anlatılıyor ve daha da kötüsü (ayn Kore dizilerinde olduğu gibi) farkında olmayan bir ırkçılık ile de aşağılanıyor.
FT Island konser macerası
Geçtiğimiz Pazar günü 10 yıldır müzik yapan önemli bir Kore Pop-Rock grubu olan FTISLAND’ın İstanbul konseri vardı. Çok fazla dinlemediğim bir grup olmasına rağmen, bu grubun ülkemizde konser vermesi için uzun zamandır çaba gösteren fan sitelerine destek vermek amacıyla konsere gittim, çok da keyif aldım. Twitter’da NTV’nin konser haberinin altına yapılan saçma sapan ırkçı yorumları bir yana bırakıyor (o başlı başına bir yazı konusu zira) ve size Milliyet gazetesinde yayınlanan “F.T. Island’dan 10. yıl konseri” başlıklı yazıdan bahsetmek istiyorum.
Ülkemizde habercilik gerçekten içler acısı halde. En ufak araştırma yapılmaksızın, konu hakkında hiç fikri olmayan insanlara bomboş, imla ve mantık hatalarıyla dolu haber içerikleri yazdırılıyor. Yazıda geçen bir cümleyi olduğu gibi aktarmak istiyorum mesela: “Cumartesi günü havaalanına indiklerinde hayranları tarafından coşkuyla karşılanan grubun konseri öncesi uzun kuyruklar oluştu. Volkswagen Arena’yı bir günlüğüne koca bir liseye çeviren F.T. Island’ın hayran kitlesi ağırlıklı olarak 13-20 yaş arası gençler.” Şimdi ben 33 yaşındayım mesela, birlikte gittiğim arkadaşım da 30’lu yaşlarda; konserde tanıştığımız kişiler de hep üniversite öğrencisi ya da mezun & çalışan idi. Bu genellemenin, bu haberde ne işi var? Bir diğer cümle: “Kore dizilerine olan hayranlıklarıyla K-pop ve K-rock’ı keşfettiklerini söyleyen izleyicilerden 300’e yakını, konser sonrası grupla sadece el sıkışabilmek için 500 TL’lik biletlerden almış.” Kore dizileriyle en ufak ilgisi alakası olmayan ama K-Pop dinleyen kişilere ne demeli peki? Kiminle röportaj yaptınız da bu genellemelere kanaat ettiniz? Önyargılı, subjektif genellemelerle dolu, kaynağı belirsiz bomboş bir yazı, maalesef.
Size bu işin nasıl yapılması gerektiğine dair 2 şahane makale paylaşacağım; Dazed ve Billboard sitelerinden: “Meet BTS, the K-Pop phenomenon breaking world records” ve “Meet the Fans of BTS: Profiles of American ARMY“.
Ben bir müzik eleştirmeni ya da müzik yazarı değilim, bu konuda asla kendimi yeterli görmem. Ben sıradan bir dinleyiciyim sadece. Ancak bir konser haberi yapılırken, bir müzik eleştirmeni olmanız gerekmiyor zaten. Araştırmanızı iyi yapıp, doğru bilgileri, doğru şekilde okuyucuya iletmeniz yeterli. Bu ülkede Kore pop kültürüne dair doğru dürüst haber yapan bir oluşuma o kadar ihtiyaç var ki! Bu konuda bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyorum ancak ne bunu hakkında yeterince düşünecek ne de bir şeyler yapabilecek vaktim maalesef yok. Şimdilik sadece Twitter üzerinden doğru-dürüst çeviriler yapmaya çalışıyorum, eğer bir gün bu projeyi gerçekleştirecek vaktim olursa, elimden gelenin en iyisini yapacağımdan emin olabilirsiniz.