Editörün Notları – 10 Temmuz ’17

3200
Episode Dergi

* Herkese Merhaba! En son yazdığım “Editörün Notları” yazısının üzerinden resmen aylar geçti. Eğer bir şekilde bu yazıları bekleyen birisi vardıysa, ondan bu uzun ara için özür dilerim. Kişisel problemlere pek girmek istemiyorum ama kısaca şunu söyleyebilirim: hayatımın en tuhaf, en bir türlü düzene sokamadığım, en stresli, en inişli çıkışlı, en vaktimin bir türlü hiçbir şeye yetmediği dönemini yaşıyorum. Beni tanıyanların yakınen bildiği üzere, bilişim sektöründe SAP danışmanı olarak çalışıyorum yaklaşık 10 yıldır. Şu sıra hem ofiste işlerim çok yoğun, hem de inanılmaz bir konsantrasyon sıkıntısıyla boğuşuyorum. Genellikle hayatı dolu dolu yaşamaya, her dakikasını değerlendirmeye çalışan; çoğu zaman ne dinlenecek ne de sıkılacak bir zaman bulamayan bir insanım – bana sorarsanız SIKILMAK şu hayattaki en büyük lükstür derim hatta. İşte bunların hepsini bir araya getirdiğinizde, öz disiplin konusunda aşmış bir insan olan ben, maalesef bu ara şunu söylüyorüm sıklıkla: I can’t get my shit together. Yapılacakların üst üste bindiği, yapılmadıkça da dev gibi biriktiği, birikenlerin nefesimi kestiği bir hayat yaşıyorum işte bir süredir. Bu olanlarda hayat kadar ben de suçluyum korkarım. Bu yazıyı bir kişisel toplantı notu haline getirmeden evvel ana fikri yazayım: çok yoğun olduğum için bir süredir aklımda olan “Editörün Notları” yazısında ancak bugün yazacak fırsatı bulabildim, kusura bakmayınız.

* Bu dramatik girişin ardından bir güzel haber ile devam edebilirim sanırım. “Türkiye’nin Dizi Kültürü Dergisi Episode“u duymuş muydunuz? Aralık 2016’dan bu yana 2 ayda bir yayınlanan Episode Dergi, tamamen yerli ve yabancı diziler üzerine haber, eleştiri ve yorumların (ve çok daha fazlası) yer aldığı bir yayın. Şimdiye dek 4 sayısı yayınlandı. Bu yazıyı okuyorsanız, bir dizi sever olduğunuzu varsayıyorum. Ve bir dizi sever olarak eğer henüz Episode Dergi ile tanışmadıysanız, şimdi tam sırası! Türk okurun böyle bir basılı dergiye kavuşmuş olması yeterince güzel bir haber ama dahası da var 🙂 Bundan sonra Kore Dizileri hakkındaki eleştiri yazılarımla ben de Episode Dergi’nin portalında yer alacağım. Eğer henüz okumadıysanız “Bride of the Water God – İlk Bakış” yazıma şuradan ulaşabilirsiniz. (Bu arada Cinsiyetler Üstü Aşk: Bir Coffee Prince Eleştirisi yazım da daha önce şurada yayınlandı) İlerleyen dönemde, belki matbuda da yazılarım yayınlanabilir (Fingers crossed 🙂 ) Türkiye’de kültür-sanat yayınlarının hali gerçekten içler acısı durumda, bu alanda yayın hayatını sürdürmeye çalışan dergilerin bir bir kapandığı günümüz Türkiye’sinde böyle bir işe kalkışan bu ekibin büyük bir desteği hak ettiğine inanıyorum. Bu sebeple dergiyi alınız, okuyunuz, sosyal medyada paylaşınız ki başka insanlar da haberdar olsun. Benim yazılarımı da okur, paylaşır ve hatta yorum yaparsanız, benim için de büyük motivasyon sağlamış olursunuz 😉

* Episode Dergi’de Kore dizileri üzerine yazacak olmamla ilgili olarak şunu da özellikle belirtmek istiyorum. 2017 yılı benim için Kore Dalgası (Korean Wave) ile tanıştığım yıl oldu. Türkiye gündeminden neredeyse tamamen kendimi soyutlamış biri olarak, özellikle Kore basınını (dil engeline rağmen) yakından takip ediyorum. 7 – 8 aylık bu süreçte çok dizi izledim, çok şey okudum, çok şey öğrendim. “Tamam, çok şey öğrendim; çok da anlatmak istediğim şey var ama ben ne yapacağım bu bilgi ile?” diye düşünmeye başladığım bir noktada, bu fırsatın karşıma çıkması bana ciddi manada bir “amaç” verdi diyebilirim. İnsanlarla paylaşamadıktan sonra, öğrendiklerimizin – düşündüklerimizin ne önemi var ki?

* Yıllar evvel bir Twitter hesabı açmış olsam da (kişisel hesabım) Gezi Direnişi haricinde aktif olarak kullanmamıştım hiç. Episode Dergi ile ilk etkileşimimiz Twitter üzerinden oldu, bu yüzden ben de hesabımı çok daha aktif kullanmaya başladım. Hesabım şurada:

Uzun uzun yazmaya fırsat (ya da mekan) bulamadığım hemen her şeyi buradan paylaşmaya çalışıyorum. Takip ederseniz beni mutlu edersiniz efenim 🙂

* Yukarıda açıklamaya çalıştığım çeşitli yoğunluklar sebebiyle pek dizi de takip edemiyorum. Uzun süredir Gökhan ile oturup izlediğimiz, hatta sezonunu bitirdiğimiz tek bir dizi oldu: iZombie 3. sezon. Şu kesin ki bu sezon, dizinin kesinlikle en iyi sezonuydu. Bir bölümünde dahi sıkılmadan, büyük bir keyifle izledik. Hatta sanıyorum Rob Thomas’ın bu sene dizi için aldığı ödenek biraz artmış, o da bu ekstra paranın hepsini dizide kullanılacak müzikler için harcamış. Her bölümde “muhteşem” diyebileceğim en az bir parça çaldılar. Bir şeyi sevdiği zaman büyük bir tutkuyla seven biri olarak, iZombie 3. sezonu izlerken çoğu zaman haykırmaktan, alkış tutmaktan kendimi alamadım, öyle bir fan girl‘lük, öyle bir mutluluk hali 🙂 Özellikle Jason Dohring‘i (En sevdiğim dizi karakterlerinden biri olan Logan’ı canlandırıyordu Veronica Mars’ta) gördüğüm sahnede gerçekten zevkten dört köşe oldum diyebilirim. Sonuç olarak bir şekilde iZombie izlemeyi bıraktıysanız ya da diziyi izlemeye hiç başlamadıysanız; sıkmayan, klişe olmayan bir dizi bulmanın neredeyse imkansız olduğu bu günlerde bu muhteşem çizgi roman uyarlamasına mutlaka bir şans verin derim.

* Fan Girl’lük demişken, BTS sevdam tüm hızıyla devam ediyor. Grubun V LIVE uygulaması üzerinden yayınlanan reality showu Bon Voyage‘ın 2. sezonunun başlamasını fırsat bildim, bu sezonun bölüm incelemelerini yazmaya başladım. Ücretli bir yayın olduğundan hem herkes izleyemiyor, hem de sadece İngilizce altyazı ile yayınlandığından İngilizce bilmeyenler izlerken büyük sıkıntı yaşıyor, bu sebeple elimden geldiğince detay vermeye çalışıyorum yazılarımda. Şu anda K-Pop dinleyen, dinlemeyen herkesin bir şekilde haberdar olduğu grup, Bon Voyage programları ile de beni mutlaka bir şekilde güldürmeyi başarıyor. Aslında konsept çok basit: 7 kişiden oluşan bu müzik grubu çıktıkları tatillerini filme alıyorlar, arada şnorkelle dalış gibi yeni şeyler deniyorlar, bazen de küçük yarışmalar yapıyorlar aralarında vs… Ama dünyanın en sevimli insanları oldukları için, market alış verişlerini bile izlemek eğlenceli olabiliyor. (Bu grup bende gerçekten bağımlılık yaptı. Durumu şu ekşi sözlükteki şu iletimde özetlemiştim) 8 bölümlük Bon Voyage 2. sezonun tüm özetlerini yazmayı planlıyorum, umarım başarılı olurum.

Düşüncelerim birbirini kovalıyor, beynimin çalışma hızına yine parmakları yetişemiyor 🙂 Yazmaya uzun süre ara verince sonuç hep böyle oluyor maalesef.  

* Mayıs ayının sonunda BTS, Billboard Müzik Ödülleri‘ne katıldı, “Top Social Artist” kategorisinde ödüle adaydılar. Hem törene katılacakları, hem de ödülü kazanacakları neredeyse kesin olduğu için 20 yıldır ilk defa bir müzik ödül töreni için sabahladım, büyük bir heyecanla izledim. En son bir ödül töreni izlediğimde Celine Dion “My Heart Will Go On”u söylüyordu ve ben o zamanlar bir Spice Girls fanı olarak etrafta “Girl Power” diyerek dolaşıyordum. (İşin ilginci Celine Dion bu törende de My Heart Will Go On’u söyledi, hatta Cher de Believe şarkısını seslendirdi törende, 90’ları yeniden yaşıyor gibiydik.)

Açıkçası tarihinde ilk defa bir K-Pop grubunun Billboard’da ödül aldığını izlemek bile başlı başına bir keyifti zaten – tarihi bir olaya şahitlik ettiğimi hissettim. (Sıfırdan başlayan, biri hariç İngilizce konuşamayan, sadece Korece şarkılar yapan, sadece 4 yıldır piyasada olan ve henüz 20’li yaşlarda 7 Kore’li genç ödül alırken onları ayakta alkışlayan bir salon dolusu müzisyeni izlemek, süper bir deneyim değildir de nedir? – sanırım sadece bunun hakkında uzun bir yazı yazmalıyım.)

Tüm bunlar bir yana, asıl şunu söylemek için yazmaya başladım bu paragrafı: Billboard ödül törenini izlerken hakkında çok fazla yorum yapmak istediğimi fark ettim. Eleştirme ihtiyacı, en iyi yaptığı şey “eleştirmek” olan ben için öylesine doğal bir ihtiyaç ki! Ve aslında temel mevzu da şu: günlük hayatımızın bir parçası olan teknolojinin ve sosyal medyanın bir sonucu olarak artık sinema, dizi, müzik, oyun gibi hiçbir sektör birbirinden kesin sınırlarla ayırmak mümkün değil. Billboard Müzik Ödülleri kırmızı halısı, Twitter üzerinden canlı yayınlandı örneğin; daha sonra ödül törenini TV’den izledik. Ya da Netflix filmi Okja’nın Cannes Film Festivali’nde yarışması… Ya da Marvel’ın dizi ve film evrenlerinin birbirleriyle bağlantılı olması… Ya da House of Cards karakterlerinin spor yaparken dinledikleri müzik listelerinin Spotify üzerinden paylaşılması… İptal-Devam haberlerinin Instagram ya da Twitter üzerinden duyurulması…

Yeni Medya” artık bir bütün, sanat türlerini, yaratıcı alanları birbirinden ayırt etmek mümkün olmadığı gibi nafile de bir çaba. Hal böyle olunca, “Neden sadece dizi eleştirme konusunda ısrar ediyorum ki?” diye düşünmeden edemiyorum. Kendimi bu kısıtlamadan özgür kılmam gerektiğini sanıyorum artık, Bon Voyage 2. sezon ile ilgili yazmaya başlamam, siteye “Sinema” kategorisini eklemem de (yakında “Müzik” kategorisi de gelebilir) hep benzer sebeplerden.

Sevgili okur, eğer buraya dek sıkılmadan geldiysen teşekkürler ve bir soru: sen hangi alanlarla ilgili yazıları okumayı seviyorsun?

* Wonder Woman’ı çok severek izledim. Düpedüz Gal Gadot’ya hayran kaldım. Sonunda eli yüzü düzgün bir DC filmi izleyebilmek sevindirdi. Dizinin müziği zaten efsane. Son olarak: Wonder Woman’ın temsil ettiği kadın <3 Ben 🙂

* Spider-Man Homecoming’i de dün izledik, hem de büyük keyifle. Dün filmin hemen ardından Twitter’da alttaki paylaşımı yapmıştım:

Bugün karşıma “Finally, a Spider-Man movie done the way it should be” isimli bir yazı çıktı, onu da Facebook üzerinden “Spider-Man Homecoming için bir eleştiri yazacak olsam, aynen bu başlığı atardım” diyerek paylaşmıştım. İlgili yazının son cümlesi şöyle: “Welcome home, Peter. You have earned your place.” Dünya üzerinde sizinle aynı şeylerden hoşlanan, sizinle ayrı hisleri paylaşan ve bunu aynı sizin gibi ifade eden başka insanlar olduğunu bilmek, sizi de çok etkilemiyor mu? Sanırım sosyal medyayı ve mesafeleri kısaltan teknoloji bu kadar çok sevmemin en önemli sebeplerinden biri bu…

* Son zamanlarda ismini sık sık duyduğum bir anime olan Yuri on Ice‘ı, bayram tatilinde bir çırpıda izleyip bitirdik. (Bu animeden sonra da spor konulu anime ve k-dramalara karşı büyük bir ilgim olduğunu keşfetmiş bulunuyorum.) İlk sezon 12 bölümden oluşuyor ve yayınlanacağı duyurulan 2.  sezon henüz yayınlanmadı. Bölümler de kısa kısa, 20 dakikalık. Bu sebeple bir günde oturup izleyebilirsiniz siz de bizim gibi… Yuri on Ice, çocukluğu TRT 3 ekranlarında artistik patinaj – buz pateni karşılaşmalarını izleyen bizim nesil için tam bir geçmişi yad etme animesi olma özelliğini taşıyor. Ancak işin hilesi şurada: Yuri on Ice tür olarak bir shounen-ai’mtrak. Burada uzun açıklamalar yapmayacağım, bazı şeyleri de insanın kendisi keşfetmesi gerekiyor 🙂

Diyeceğim şu: homofibik değilseniz bu animeyi izleyin, homofobikseniz bu animeyi kesinlikle izleyin.  

* Son olarak bu yıl San Diego Comic-Con döneminde yurt dışında tatilde olacağımı, bu sebeple geçen yıllardaki gibi bu etkinlikle ilgili çok sık paylaşım yapamayacağımızı da belirteyim. Bildiğiniz gibi Dizi-Mania’da yazar olarak ben ve Zeynep elimizden geldiğinde siteyi güncel tutmaya çalışıyoruz. Ancak ikimizin de iş yoğunluğu sebebiyle, geçen seneye göre yazı paylaşma hızımın bir hayli azaldı. Bu kadar yorgunluğun arasında bazen yazı hazırlamak çok zorlayıcı olabiliyor. Bu noktada biraz desteğe ihtiyacımız var: sitemize tıklayın, yazılarımızı okuyun, yorum yapın ve de en önemlisi arada bir reklamlara tıklayıverin – ki biz de biraz daha motive olalım, daha güzel işlerle karşınıza çıkalım 🙂

Bir daha ki iç dökme seansına dek, PEACE OUT!