I Wanna Dance with Somebody: Whitney Houston’ın Hayatına Bir Bakış

751
Naomi Ackie as Whitney Houston COURTESY OF TRISTAR PICTURES

“If I should stay, I would only be in your way…” Bu sözlerle başlayan o efsane şarkı biz X kuşağı için 90’lı yılların vazgeçilmezlerinden biri olmuştu. Ünlü bir şarkıcı ve korumasının ilişkisini merkezine alan The Bodyguard gösterime girmiş, o zamanlar için heyecan verici fakat şimdi baktığınızda “eh” diyebileceğiniz bu film müzikleriyle o döneme damgasını vurmuştu. Tabii o filmde Kevin Costner’ın rol arkadaşı Whitney Houston olmasaydı, bir Dolly Parton şarkısı I Will Always Love You’nun bu yeni yorumu tüm dünyada neredeyse bir marşa dönüşür müydü bilinmez… İşte o şarkının haftalarca listelerde 1 numara olmasını sağlayan Houston, 80’li yıllarda profesyonel müzik hayatına giriş yapmış, nevi şahsına münhasır sesiyle The Voice (Ses) lakabını almış ve tüm zamanların en çok satan sanatçıları arasında yerini almıştı. 2012 yılında trajik bir şekilde kaybettiğimiz bu büyülü ses şimdi biyografik filmi I Wanna Dance with Somebody ile bizleri kendi hayat yolculuğuna çıkarıyor.

Annesi başarılı bir soul ve gospel şarkıcısı Cissy Houston, kuzeni Dionne Warwick, vaftiz annesi ise soul müziğin kraliçesi Aretha Franklin. Bu kadar büyük isimlerin arasında Whitney Elizabeth Houston’ın da bir şarkıcı olmaması neredeyse imkânsız. Filmde ilk olarak 1980’lerin başına New Jersey’ye gidiyoruz. Kilise korosunda annesi Cissy’yle birlikte çalışmalar yapan Whitney’nin daha o zamanlarda bile ne kadar muhteşem bir sese sahip olduğu bellidir. Bir yandan kilise bir yandan gece kulübünde annesinin geri vokalliği derken bir gün Robyn Crawford ile tanışır. Robyn ile arkadaşlıktan öte bir ilişkiye adım atsa da bu durum annesi tarafından pek hoş karşılanmaz. Ama anne Cissy kararlıdır, kızının kariyerini bir şekilde olması gerektiği yere yönlendirecektir. Gece kulübünde sahne aldıkları bir gün ünlü müzik yapımcısı Clive Davis’in gelmesini sağlar. Cissy kızından o gece solo bir şarkı söylemesini ister. Olaylardan habersiz Whitney, annesinin ısrarıyla sahneye çıkar ve The Greatest Love of All’u söyler. Filmin ilk etkili sahnesi diyebileceğimiz bu performans sonrasında hayatını değiştirecek o büyük anlaşma gelir. Arista Records’la yapılan anlaşmanın ardından şimdi bu muhteşem sesi tanıtmak gerekmektedir. Davis, The Merv Griffin Show’da Whitney’in ilk TV performansını ayarlar. The Wiz müzikalinden Home şarkısını seslendirerek izleyen ve dinleyen herkesi etkisi altına almayı başarır. Bundan sonra önemli olan, iyi şarkıları bulmak ve onları liste başı yapmaktır. Ve bu hit şarkılar da tek tek gelmeye başlar. How Will I Know ve I Wanna Dance with Somebody derken listelerde zirveye ulaşır ulaşmasına ama müziği yeterince “siyahi” olmadığı için de eleştiri oklarının hedefi olur. Bu arada baba John Whitney ve Robyn’in ilişkisinden pek de memnun değildir. Kızına ısrarla erkeklerle görüşmesini söyler ama bu Whitney’nin Robyn’i kişisel asistanı yapmasına engel olmaz.

Ve hayatını sonsuza dek değiştirecek ilişkinin başlangıcı… Whitney, 1987 yılında ilk defa düzenlenen Soul Train Müzik Ödülleri’ne katılır. Bu gecede ödülü Janet Jackson’a kaptırır. Yaşadığı hayal kırıklığında onu teselli eden isim ise ön koltuğunda oturan genç R&B şarkıcısı Bobby Brown olur. (Filmin bu bölümünde insan ister istemez keşke bu an hiç yaşanmasaymış diye düşünmeden edemiyor.) Bu tanışma ikilinin inişli çıkışlı ilişkisini de başlatmış olur.

1991 yılında Super Bowl’da söylenen ulusal marş, Bodyguard filminde Kevin Costner’la başrol ve I Will Always Love You’nun ortaya çıkışı, 1994 yılında Nelson Mandela için verdiği konser, 1994 yılında Amerikan Müzik Ödülleri’nde gerçekleştirdiği muhteşem performans… Whitney Houston’ın kariyerindeki bu önemli anlar da filmde art arda karşımıza çıkıyor. Özellikle Super Bowl ve Amerikan Müzik Ödülleri performanslarını izlerken tüyleriniz diken diken oluyor. Zaten filmde yer verilen video, konser veya canlı performansların hepsi orijinal görüntülerle birebir olmuş diyebiliriz.

Filmde hikâyenin akışına göre Whitney ve ailesinin ilişkilerini de gözlemliyoruz. Kurdukları şirketin babası tarafından nasıl yavaş yavaş yok edildiğini de. Bunun yanı sıra hem kariyerinde hem de özel hayatında yaşadığı sıkıntılar ve yeniden kendini var etme çabaları filmde karşımıza çıkmakta.



Yönetmenliğini Kasi Lemmons’un üstlendiği I Wanna Dance with Somebody’nin senaryosu Bohemian Rhapsody filminin yazarı Anthony McCarten’a ait. Whitney Houston rolünde başarılı bir performansla Naomi Ackie’yi izliyoruz. Stanley Tucci ise Clive Davis rolüne hayat veriyor. Tucci bu rolle filmdeki favorilerim arasında. Bobby Brown’ı canlandıran Ashton Sanders ne yazık ki rolünde biraz sönük kalmış. Tamara Tunie ve Clarke Peters ise Whitney’in ebeveynleri Cissy ve John Houston rollerinde muhteşemler. Nafessa Williams da Robyn Crawford rolünde oldukça başarılı.

Toplumun severek dinlediği, hayranlık duyduğu müzik insanlarının hayatını filme dönüştürmek gerçekten çok zor. İster istemez büyük bir riske girmiş oluyorsunuz. Bazı yapımlar bunu bir başarıya dönüştürürken (Elvis gibi) bazıları ise ne yazık ki bekleneni karşılamıyor. İşte I Wanna Dance with Somebody de ne yazık ki bu beklentiyi karşılayamayanlar arasında. Filmi izledikten sonra pek çok şey kafamızda soru işareti olarak kaldı. Mesela neden kariyerinin başlangıcında modellik yaptığından bahsedilmedi ya da 1983 yılı öncesindeki müzik çalışmalarından… Clive Davis’in keşfetmesiyle birlikte zirveleri görüyor görmesine ama kendisinin çıktığı dönemde listeleri alt üst eden isimler de yok değil. (Benim aklıma gelen ilk isim Mariah Carey oldu mesela.) Hiç mi kimseyle bir rekabet duygusu yaşamıyor, hiç mi hırsını körükleyen bir şey olmuyor. Kariyerinin en ses getiren olayı Bodyguard’dan bahsediliyor bahsedilmesine ama hemen bir çırpıda geçip gidiyor. Ben kendi adıma orada biraz daha ayrıntı görmek isterdim. Robyn’le olan ilişkisine uzun uzun yer verileceğine acaba başka olaylara daha mı fazla zaman bırakılsaydı mesela. Çünkü Houston’ın son yılları 2 saat 24 dakika olan filmin çok az bir kısmını kapsıyor. Filmde olayların geçişleri ise çoğu zaman havada kalıyor. Bu yüzden kendinizi bir türlü hikâyenin içinde bulamıyorsunuz.

Kendi adıma söylemek gerekirse, sesiyle bu kadar efsaneleşmiş bir sanatçı bundan daha iyi bir hikâye örgüsünü hak ediyordu. Ama yine de bir Whitney Houston sever olarak filmdeki performansları izlemek, o şarkılara eşlik etmek ve geçmişe güzel bir yolculuk yapmak çok iyi geldi. IMDb puanı şimdilik 6.9 olan film için benim puanım 5’i geçmiyor. Eğer siz de Whitney Houston severler arasındaysanız beklentinizi yüksek tutmayıp filme bir şans verebilirsiniz. İzleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler diliyoruz.