* Bu yazı tüm sezonları izlememiş kişiler için yer yer spoiler içerebilir. *
Bir varmış bir yokmuş. Bir vampir ve bir kurt adam ev arkadaşı olmaya karar vermiş, küçük “kusur”larını geride bırakıp, hayatlarına sıradan insanlar gibi devam etmek istiyorlarmış… Yerleştikleri evde ise onları bekleyen bir süpriz varmış; bir hayalet. Böylece üç değişik türden doğa üstü yaratık Bristol’de aynı çatı altında yaşamaya başlamışlar.
2011 yılında 22dakika’da İngiliz dizileriyle ilgili yayınlanan bir pod-cast‘i izlerken haberim olmuştu Being Human‘dan. Çoğunluğun hikayeyi duyduğunda vereceği “Ne kadar saçma!” tepkisine rağmen ben “Değişik bir hikayeye benziyor” diye düşünmüştüm. İlk iki bölümü hemen izlemiş olsam da uzun süre altyazı problemleri sebebiyle devam edememiştim diziye. Zamanla altyazı problemi çözüldü, ben de bu güzelim diziden daha fazla mahrum kalmamış oldum.
Being Human pilot bölümü Şubat 2008’de yayınlanan (pilot bölümdeki vampir ve hayalet değişiyor birinci bölümde), düzenli olarak yayınlanmaya başlaması ise Ocak 2009’u bulan bir BBC Three dizisi. 6+8+8+8 şeklinde toplamda 30 bölüm yayınlandı. Başladığı nokta ile bittiği nokta arasında oldukça büyük bir fark bulunuyor; hem oyuncular hem de hikaye bakımından.
Yukarıda kısaca bahsettiğim üzere, Being Human’da üç doğaüstü yaratığımız var; arınmaya/bağımlılığından kurtulmaya çalışan bir vampir – Mitchell (Aidan Turner), toy bir kurtadam – George (Russell Tovey) ve niçin diğer tarafa geçemediğini anlayamayan bir hayalet – Annie (Lenora Crichlow). John Mitchell serseri ruhlu, karizmatik bir vampir. Birinci dünya savaşı sırasında dönüştürülmüş ve 116 yıllık yaşamında kana olan bağımlılığı sebebiyle inişler ve çıkışlar yaşamış. Kan içmeden, öldürmeden yaşamayı çok denemiş ancak çok defa da başarısız olmuş. George çok zeki olmasına rağmen utangaçlığı sebebiyle işleri yüzüne gözüne bulaştıran genç bir adam. Kurtadam olmasını bir lanetlenme olarak yorumluyor ve içindeki canavardan bir başkasıymış gibi bahsediyor. Annie ise karşılaşabileceğimiz en nevi şahsına münhasır karakterlerden biri. Çok konuşan, hiçbir şeyin peşini bırakmayan önceleri sönük ama zamanla kişiliğinin güçlü yanlarını keşfetmeye başlayan bir kadın.
Being Human hızlı ilerleyen hikayesi ve komedi unsurlarına rağmen, aksiyon dolu bir fantastik dizi yada bir sitcomdan çok karakterlerinin psikolojisine ve toplum içinde var olma çabalarına odaklanan bir drama. Özellikle ilk iki sezonda bu üç doğaüstü yaratığın insan arasına karışma çabalarını izliyoruz. Kötü taraflarını, eksikliklerini, canavar olan kısımlarını bir kenara bırakarak içlerinde insan kalmış taraflarına tutunarak hayatın normal akışına dahil olmaya çalışıyorlar. Bu süreçte öncelikle kendilerini sorguluyorlar: “Ben bir canavar mıyım?”, “İnsanlar için, yakınlarım için bir tehdit oluşturmadan hayatıma devam edebilir miyim?”, “Ne yaparsam yapayım insanlara zarar vermeye devam mı edeceğim?”… İnsan denen varlığı, insana, insan olmayan 3 “canavar”la anlatmak derdindeki Being Human oldukça başarılı oluyor bu gayesinde.
2. sezon finali ile birlikte, mekan değişikliği yapan dizi farklı bir boyut kazandı ve farklı bir yönde ilerlemeye başladı 3. sezon ile birlikte. İzlediğim onca diziden öğrendiğim bir şey varsa o da bir insanın başına ne gelirse gelsin, arkadaşlarına yalan söylemesinden geldiği gerçeğidir. Arkadaşlarına dürüst davranmadığın takdirde içine düştüğün beladan bir türlü kurtulamıyorsun. 3.sezonda günbegün Mitchell’ın kontrolünü nasıl kaybettiğini izledik. Söylediği yalan, daha doğrusu sakladığı gerçek, en yakınlarından kendisini uzak tutmasına ve yalnız kalmasına sebep oldu. Diğer taraftan araftayken haberini aldığı kehanet ise Mitchell için sonun başlangıcı oldu diyebiliriz.
İngiliz dizilerinin bütçe kısıtı sebebiyle oyuncu kaybetmek gibi kötü bir huyu var, şurada da detaylı olarak bahsettiğim üzere. Maalesef 3. sezon sonu itibariyle Mitchell rolündeki Aidan Turner (Peter Jackson’dan gelen The Hobbit filminde oynama teklifini reddedemeyerek) diziden tamamen ayrıldı. Pek çok fanatik 3. sezon finalinin dizi finali olması gerektiğini düşünse de -ki alışılagelen şekilde böyle bir başrol kaybı pek çok dizinin sonu olurdu- dizi 4. sezon ile yoluna devam etti, finalde yapılan bir hamle ile dizinin gidişatı tamamiyle değişti.
4. sezon kötü bir sezondu diyemem ama şu kesin ki Being Human artık bildiğimiz Being Human değildi. Bir defa ilk bölümden sonra Nina rolündeki Sinead Keenan ve George rolündeki Russell Tovey de diziden ayrıldılar, bildiğimiz kadrodan yalnızca “Annie” kaldı geriye. Bir vampir, bir kurtadam, bir hayalet üçlemesi Tom rolündeki Michael Socha ve Hal rolündeki Damien Molony‘nin kadroya eklenmesiyle sağlandı. Dediğim gibi yeni kadro ile dizi sanki bambaşka bir dizi oldu, bu sezonda temel insan olma kaygılarından çok insanlığın daha “genel” problemlerinden bahsetmeye başladılar; insanlığın sonunun gelmesi gibi.
Eğer ilk üç sezonu izlememiş olsak, dizi bu şekilde başlamış olsa, belki de çok severdik bilemiyorum. Ne kadar aksiyon eklense de, ne kadar çok farklı konuk oyuncu, ne kadar çok komedi unsuru dahil edilmiş olsa da Mitchell ve George olmadan Being Human eski çizgisine ulaşamadı. Kendi içinde tutarlıydı evet, oldukça da eğlenceliydi ama ilk sezonda yaratılan atmosferle bu sezon yaratılan atmosfer arasında inanılmaz bir uçurum var. Ve maalesef 4. sezon finali tüm sezonlar içindeki en yavan finaldi, “Eskiler” konusu çok konuşuldu ama daha ne oldukları anlaşılmadan çıkarıldılar hikayeden.
4. sezon finaliyle hayalet Annie rolündeki Lenora Crichlow‘un da diziden tamamen ayrılmasıyla Being Human orijinal kadrosunun tamamını kaybetti ama yine de 5. sezon onayı aldı. Şimdilik Annie’nin yerini de son bölümlerde diziye dahil olan Alex rolündeki Kate Bracken ile doldurulacak gibi görünüyor ama söz konusu bir İngiliz dizisi olunca çok da emin olmamak gerek 🙂
Being Human flashbacklerin en başarılı, en yerinde şekilde kullanıldığı dizilerden birisi. Flashbacklerin kurgudaki yeri boşluk doldurmak değil, aksine karakterleri doğru şekilde anlamak için birer araç. Diğer taraftan müzik kullanımı da başarılı, İngiliz dizilerinden alışkın olduğumuz üzere. Oyuncuların “gerçekçi” görünümleri ile birlikte harika performanslar sergilediklerini de eklemek gerek, hem başrol oyuncuları hem de tüm diğer oyuncular. Bu noktada Herrick rolündeki Jason Watkins, Daisy rolündeki Amy Manson, Ivan rolündeki Paul Rhys ve McNair rolündeki Robson Green‘in isimlerini saymak gerekiyor.
Being Human‘ın hiç böyle bir derdi olmadı ama SyFy kanalı son zamanlardaki vampir furyasından faydalanacağına inanmış olacak ki bir Amerikan uyarlamasını yaptı dizinin. Şu sıralar ikinci sezonu yayınlanan Being Human US elbette ki UK hayranlarını hayal kırıklığına uğrattı ancak devşirme dizinin 2. sezonuyla kendine özgü bir hal aldığı ve daha iyiye gittiği yönünde yorumlar da yok değil. Yine de İngiliz versiyonu varken bir dizinin Amerika versiyonunu sevmek biraz zor görünüyor, her zaman bir Shameless beklemek gerek.
Sonuç olarak Being Human yaptığı yorum ile fantastik bir hikayeyi bambaşka bir boyuta taşıyan, oyuncusu, kurgusu, hikayesi harika bir İngiliz dizisi. Eğer hala izlemediyseniz, çok şey kaçırdığınızı ısrarla belirtmeme bilmem gerek var mı?