Emekliye ayrılmış suikastçı John Wick’in bir köpek yavrusu ve bir Mustang ile başlayan macerasını ilk defa 2014 yılında izlediğimizde belki de hiçbirimiz bu karakterin dünya çapında büyük bir hayran kitlesine sahip olacağını tahmin edemezdik. Hatta birçok aksiyon filmine de ilham kaynağı olacağını… Nasıl olduysa bir şekilde bizi kendine bağlamayı başaran John Wick işte şimdi dördüncü macerasıyla yeniden karşımızda. Yönetmenliğini Chad Stahelski’nin üstlendiği ve başrolünde Keanu Reeves’in yer aldığı John Wick 4, 22 Mart itibariyle ülkemizde de seyirciyle buluşmaya başladı.
John Wick 4: Konusu
Yüksek Şura’dan intikam almak için her şeyi göze alan John Wick, yine tüm okları kendi üzerine çekecek bir olayı gerçekleştirmiştir. Yaşanan bu olay, Yüksek Şura’nın güçlü üyelerinden Marquis Vincent de Gramont’u harekete geçirir. Winston’a bir nevi cezasını gösteren Marquis, John’u öldürmesi için kör ve emekli bir Yüksek Şura suikastçısı olan Caine’i görevlendirir. John’un eski arkadaşı Caine ne yazık ki teklifi kabul etmek durumunda bırakılır. John Wick’in Osaka’da başlayan kaçış macerası New York’a, Berlin’e ve Paris’e kadar uzanacak, bir yandan peşindeki düşmanları alt etmeye çalışırken bir yandan da özgürlüğünü kazanabilmek için Yüksek Şura’nın en etkili ismi Marquis’ye meydan okuyacaktır.
Artık kendisini John Wick olarak benimsediğimiz Keanu Reeves bu filmde de muhteşem diyebiliriz. Sadece dış görünümüyle değil özel hayatındaki mütevazılığı ile de kalplerimizi çalmayı başaran Reeves, hiç şüphesiz film serisinin bu kadar başarılı olmasındaki en önemli etkenlerden biri. Bu filmde tanışma fırsatı bulduğumuz Caine ise serinin en cool karakterleri arasına ismini yazdırıyor. Caine’e hayat veren Donnie Yen hem dövüş sahnelerindeki performansı hem de oyunculuğuyla benim için dördüncü filmin parlayan ismi. Yüksek Şura’nın kıdemli üyesi, John Wick’in başının belası Marquis rolünde ise Bill Skarsgård’ı izliyoruz. İlginç takım elbiseleriyle filmin başından itibaren kendini gösteren Skarsgård, rolüyle herkesi sinir etmeyi başarıyor.
John Wick’in eski arkadaşı ve Osaka Continental’ın müdürü Koji rolünde Hiroyuki Sanada’yı, kızı Akira rolünde ise Rina Sawayama’yı görüyoruz. Yine bu serinin dikkat çekici karakterlerinden biri olan “Hiç kimse” rolünde ise Shamier Anderson yer almakta. Filmdeki ismiyle salonda izleyenleri kahkahaya boğan John Wick’in Alman masasındaki düşmanını ise Scott Adkins canlandırıyor. Clancy Brown ve Natalia Tena da seride az ve öz yer alan oyuncular arasında. Ve tabii John Wick serisinin olmazsa olmaz karakterleri. New York Continental’in müdürü ve John’un arkadaşı Winston Scott rolünde Ian McShane yeniden arzı endam ediyor. Laurence Fishburne’ü yine Bowery King rolüyle görmek ise ayrı bir güzel.
Geçtiğimiz günlerde ani bir şekilde kaybettiğimiz Lance Reddick ise Charon olarak karşımızda. Bir dizi sever olarak izlemekten büyük keyif aldığım Reddick, The Wire’dan Fringe’e, birçok yapımda etkili oyunculuğuyla öne çıkan bir aktördü. Bosch’taki Irving rolüyle kendisine olan sevgim daha da artmıştı. Muhtemelen benimle aynı fikirde olanlar da Reddick’in sahnelerini izlerken ayrı bir etkilenmiştir diye düşünüyorum.
Aksiyonu fazlasıyla yaşadığımız dördüncü seride John Wick, Koji’nin “Öldürebildiğin kadar öldür” sözünün hakkını gerçekten veriyor. New York’tan Osaka’ya, Berlin’e ve Paris’e uzanan hikâyede dövüş sahneleri ise özenli çalışmanın sonucunda çıkan bir sanat eseri niteliğinde diyebiliriz. Hele ki bazı sahnelerdeki koreografi insanın aklını başından alacak türden. Filmin renkleri de kesinlikle değinilmesi konulardan biri. Özellikle Osaka bölümünde geçen sahnelerin renkleri görsel açıdan beni oldukça etkiledi. (Ne de olsa neo-noir türünde bir film değil mi, tabii ki de güzel olacak.) Müziğin, renklerin ve sahnenin uyumu filmin çoğu bölümünde hâkim diyebiliriz. Bu arada her türlü aksiyonuna şahit olduğumuz John Wick’i bir at üzerinde görmemiştik, bu filmde onu da deneyimlemiş oluyoruz. Evet, filmde aksiyon üst safhada ama o da ölçüsünde ayarlanmış durumda. Ama 2 saat 50 dakikalık süresiyle gerçekten uzun. Ki yönetmen Chad Stahelski ve kurgu yönetmeni Nathan Orloff, ilk kurguda 3 saat 45 dakika olan filmi 2 saat 50 dakikalık bir süreye indirmiş. Filmden ziyade belgesel kurgu masalarını bilen biri olarak çekilen görüntüleri atmaya kıyamamak gibi bir durumun olduğunu yaşadığım için onları da nispeten anlayabiliyorum. Ama ne yazık ki bazen fedakârlık etmek gerekiyor ve keşke bunu yapsalardı. Bu arada Stahelski’den bahsetmişken şunu da belirtmeden edemeyeceğim. Aksiyon filmleri kesinlikle ve kesinlikle kariyerinde dublörlük de olan yönetmenlerin elinden ayrı bir özenle çıkıyor. (John Wick serisinde yapımcı olarak yer alan David Leitch’in Atomic Blonde’u gibi.)
John Wick bu dördüncü filmin ardından yeniden geri dönecek mi bunu bizlere zaman gösterecek. Ama o anı beklerken bir spin-off filmi ve dizisi de karşımıza çıkmayacak değil. Ballerina adını taşıyan filmde suikastçı balerin Rooney’nin intikam hikâyesini izleyeceğiz. John Wick’in üçüncü filminde tanıdığımız bu karakteri ise son zamanlarda her yapımcı ve yönetmenin göz bebeği Ana de Armas canlandıracak. The Continental adını taşıyan dizide ise genç Winston Scott ile tanışarak Continental otelinin başına geçmeden önce yaşadıklarını izleyeceğiz. Bu ikisinin yanı sıra dördüncü filmde tanıştığımız Akira’nın intikam yolculuğu da belki karşımıza çıkabilir, kim bilir. Ve tabii bu serinin yıldızı, Donnie Yen’in hayat verdiği Caine’i de ayrı bir hikâyede izlesek şahane olur.
John Wick 4: Son Söz
Eğer John Wick serisini başından beri takip eden biriyseniz zaten filmi çoktan izlemişsinizdir diye düşünüyorum. Ama henüz fırsat bulamayanlardansanız en kısa zamanda izleyeceksinizdir buna şüphem yok. Bu kadar yıl beklediğimize değmiş bir filme vaktinizi ve paranızı ayırmanızı tavsiye ediyorum. IMDB puanı şimdilik 8.6 olan filme benim puanım 8. Şimdiden iyi seyirler.