Kasvetli bir Cyberpunk Evrenine Hazır Mısınız?

3360
Altered Carbon - Netflix

Lise yıllarında Fallout serisi ve RPG oyunları aracılığıyla iyice içine girdiğim Cyberpunk dünyası, son zamanlarda Blade Runner’ın yeni filmi ve Richard K. Morgan’ın ödüllü romanının Netflix tarafından uyarlanması ile tekrar hayatıma girdi. İyi ki de girmiş.

Altered CarbonRichard K. Morgan tarafından yazılan, 2002 yılında ilk baskısı yapılmış bir roman. Kitabın ana karakterinden ismini alan Takeshi Kovacs üçlemesi; Altered Carbon, Broken Angels ve Woken Furies kitaplarından oluşuyor. İthaki tarafından dilimize çevrilen Altered Carbon, Değiştirilmiş Karbon adıyla basıldı. Üçlemenin ikinci kitabı da Düşmüş Melekler adıyla bu ay içerisinde raflarda yerini alacak.

Ben diziyi izlemeden önce kitabı okuyarak aslında kendimi biraz bu karanlık evrene hazırlamıştım. Hikaye, insanlığın galaksiye yayılmış olduğu, ölümsüzlüğü (biraz farklı bir biçimde de olsa) keşfettiği ve teknolojinin akıl almaz boyutlara ulaştığı bir evrende geçiyor. Buraya kadar her şey çok güzel gibi görünse de yazar bu evreni çok daha karanlık yönleriyle ele almayı tercih etmiş ve bizi kasvetli bir cyberpunk dünyasının ortasında seks, uyuşturucu ve cinayetin kol gezdiği bir hikaye ile baş başa bırakmış.

Altered Carbon her ne kadar insalığın dünyanın dışına yayıldığı bir evrende geçse de tüm hikaye bizim şu anda yaşadığımız dünyada geçiyor. Hikayenin en temel unsuru İngilizce orijinalinde “sleeve” olarak geçen, dilimize ise “kılıf” olarak tercüme edilmiş beden kavramının yeniden yorumlanması hali. Bu gelecek kurgusunda bir insanı insan yapan her şeyi (bilinci) dijital olarak aktarmak mümkün. Bu sayede herhangi bir bedene aktarılan bilinç hayatına kaldığı yerden devam edebiliyor. Morgan hikayesini bu temel üzerine oturturken, geleceğin ekonomik adaletsizliklerle dolu ve insanın tanrılaştığı evrende eskiden hiç olmadığı kadar vahşi bir dünya portresi çiziyor.

Bedenler (kılıflar) çeşitli nörokimyasallar ile daha güçlü hale gelebiliyor. Her zaman daha güzel, daha güçlü olabiliyorsunuz ancak bunun yegane koşulu zengin olmak. Sadece çok zenginler gerçekten “ölümsüz” olabiliyor. Bilinçleri sürekli yedekleniyor. Herhangi bir şekilde ölseler dahi yedek kılıfları ile hayata kaldıkları yerden devam ediyorlar. Daha zor koşullarda yaşayanlar ise ya sistemin onlara uygun bulduğu bir kılıf ile hayata dönüyorlar ya da aileleri ve ya yakınları yeterli parayı bulana kadar bir bedene sahip olamıyorlar. Dizi de tam bu noktayı ilk bölümden bize sunuyor. Küçük bir kızı bekleyen ailesi çok daha yaşlı bir kadının bedeninde kendi kızlarını gördüğünde yaşadıkları şok, hikayenin eşitsizlik ile ilgili ilk ipucunu seyirciye vermiş oluyor.

Takeshi Kovacs, eski bir asker hatta sonrasında da bir devrimci örgüt mensubu. Tüm hikayenin bu karakter üzerine kurulu olduğunu belirtmeliyim. Uzun süre “buzda kalan” (ceza alan mahkumların bilinci herhangi bir bedene aktarılmadan cezalarını çekmesine buzda kalmak deniyor) Kovacs aslında dünyadan yüzlerce ışık yılı  uzaklıkta cezasını çekerken Dünya gezegeninde bir “Meth” (İncil’de en uzun yaşayan insan olarak geçen Methuselah isminin kısaltılmış hali. Zengin ve ölümsüz olan kişiler için kullanılıyor) kendi ölümünü araştırmak üzere Takeshi Kovacs’ı dünyaya getiriyor. Yeri gelmişken bu seyahat bir bedenle değil, dijitalleşmiş bilincin transferi ile sağlanıyor. Dünya’da ise Kovacs’ın bilinci yeni bir kılıfa naklediliyor. Yaklaşık 100 yıllık bir aradan sonra tekrar canlanan Kovacs ise içinde bulunduğu durumu çözmeye çalışıyor.

Hikaye bu noktadan sonra gerçek bir polisiye aslında. Yazar da bunu reddetmiyor ancak kurguladığı evrende o kadar çok hikaye var ki gördüklerimizi sindirmeye çalışmak hikayeye odaklanmamızı biraz engelleyebiliyor. Yapay zekanın gelişimi, silahlar, uyuşturucular, iletişim biçimleri gibi onlarca bilimkurgu öğesi çevremizi sarmış durumda. Tüm bunlar için Richard Morgan’ın hakkını teslim etmek gerek. Zaten aldığı Philip K. Dick ödülü de yaptığı işin değerini ispat ediyor.

Kitabı olurken yaşadığım hisler diziyi izlerken yaşadıklarım ile oldukça benzerdi. Karışık bir hikaye, tam neyin ne olduğunu anlamadan gelişen olaylar ve evrenin kendisini çok net anlayamama hali. Genellikle bu durumda şikayetçi olmanın tam aksine bir bilimkurgu hikayesinde her öğenin bize anlatılmaması gerektiğini savunurum. Bu sayede içinde yaşanılan evren daha gerçekçi hale gelir çünkü o karakterler zaten o evrendedirler ve onlar için sıradan olan şeylere göre yaşamaktadırlar. Bunu okuyucu veya izleyiciye aktarmak için özel bir çaba gösterilmemesi gerekir. Ancak Altered Carbon için bu şekilde düşünmem pek mümkün olmadı çünkü zaten karışık sayılabilecek bir hikayeyi hiçbir ipucu vermeden içinde yaşanılan evrenin normlarıyla anlatmaya çalışmak biraz zorlayıcı olmuş. Eğer benim yaptığım gibi önce kitabı okuyup daha sonra diziyi izlerseniz bu sorundan büyük ölçüde kurtulmuş olacaksınız.

Hikayenin ilerleyişi bazı noktalarda kitaptan ayrılsa da büyük ölçüde sadık kalınmış. Yine de ezbere çekilmiş standart amerikan filmi havasındaki 1-2 bölüm rahatsız ediciydi. Bunun yanında tüm detaylarıyla anlatılan işkence sahnelerininde dizide neredeyse bir bölümün tamamını kaplaması cesaret isteyen başarılı bir tercihti bence.

Klasik bir polisiye hikayeyi, tüm detayları düşünülmüş bir cyberpunk evreninde izlemek müthiş keyifliydi. Arka planda sosyal adaletsizlik, fuhuş, uyuşturucu gibi meseleler ile ilgilenen hikaye bununla kalmıyor. Asıl değerini tüm fikri üzerine inşa ettiği felsefi zeminden alıyor; İnsan’ın “Tanrı” olması. “Ölüm” kavramının anlamını yitirmesi ve bunun sonuçları. Tüm bunları hikayenin içine yedirerek güzel sorular sorduruyor. Benim de bir bilimkurgudan beklentimi bu anlamda karşılıyor ancak yine de gereksiz bir pornografi ve zaman zaman detayların ıskalanması ile keşke daha da iyi olsa değidim bir iş Altered Carbon.

Son olarak diziyi izlemeden önce kendinizi oldukça sert, zaman zaman pornografik (hem cinsel hem de şiddet öğeleri barındıran) bir işe hazırlayın. Sonra sürpriz olmasın…

10 bölümlük Altered Carbon, Netflix’te izlenebilir.