Orijinal versiyonunun yayınlanmaya başlamasından tam olarak 53 yıl sonra, Netflix’in yeni “Lost in Space” uyarlaması yarın başlıyor. Dizinin ilk beş bölümünü izlememin ardından, önizleme notlarımı sizlerle paylaşmak istedim.
1965-1968 yılları arasında 3 sezon olarak yayınlanan asıl Lost in Space dizisi hakkında çok fazla bir şey bilmediğimi itiraf etmeliyim. Bu kült sayılabilecek 60’lı yıllar bilim kurgu dizisi, 1998 yılında başrollerinde William Hurt, Mimi Rogers, Gary Oldman gibi başarılı isimlerin yer aldığı bir sinema filmi olarak uyarlanmıştı ancak sonuç pek de iyi olmadı. (Filmin IMDb puanı 5.1) Sanırım bu filme dair okuduklarımdan aklımda kalanlar sebebiyle, diziye dair tuhaf yargılarım vardı: bahsi geçen ailenin macera için kendi uzay araçları ile bir yolculuğa çıktığını, o gezegen senin, bu gezegen benim gezerlerken de uzay boşluğunda yollarını kaybettiklerini sanıyordum. Hatta, “Sadece anne-baba ve çocuklar var, bu hikaye sıkıcı olmaz mı böyle, ne anlatacaklar ki?” diye aklımdan geçirdiğim bile olmuştur. Tüm bunları düşününce, yeni uyarlamayı izlerken şaşırdığım pek çok şey olduğunu eminim sizler de tahmin etmişsinizdir.
Orijinal versiyonu 1997 yılında geçen dizinin Netflix uyarlaması günümüzden 30 yıl sonraki bir gelecekte geçiyor. Hikayede uzayın kolonileşme dönemi başlamış durumda ve kendilerine daha iyi bir hayat kurmak isteyen aileler, belli şartları yerine getirip, sınavları geçerek yeni bir gezegene yerleşebiliyorlar. Bu aileler arasında hikayemizin temelindeki Robinson ailesi de var ancak onların yeni evlerine doğru gerçekleştirdikleri yolculuk pek iyi gitmiyor ve kendilerini olmaları gerekenden birçok ışık yılı uzakta, tehlikeli ve yabancı bir gezegende buluyorlar. Ve asıl macera da böylece başlıyor…
Lost in Space’te ailemizin babası John Robinson’ı Toby Stephens (Black Sails, Başka Gün Öl), annemiz Maureen Robinson‘ı ise Molly Parker (House of Cards, Deadwood) canlandırıyor. Robinsonların çocukları Judy’yi Taylor Russell (Falling Skies), Penny’yi Mina Sundwall (Kördüğüm, Aşka Özgürlük) Will Robinson’ı ise Max Jenkins (Sense8, Betrayal) canlandırıyor. Hikayemizde yer alan 2 önemli karakter daha var: Parker Posey tarafından canlandırılan Dr. Smith ve Ignacio Serricchio‘nun canlandırdığı Don West. Burada küçük bir not, orijinal dizide Dr. Smith erkek bir karakterken, Netflix’in uyarlamasında kendisi (o ilginç saç modeline kimin, nasıl karar verdiğini bilmediğim) bir kadın…
Lost in Space bir bilimkurgu dizisi olduğu kadar, bir aile draması da. Burada aile draması derken, “bir ailenin yaşadıklarını konu alan dizi” kadar, “ailece oturulup izlenebilecek” demek de istiyorum aslında. Eğer bir 10-15 yaşları arasında bir çocuk/genç olsaydım, benim yaşlarımda uzayda maceraya atılmış ve bilgi ve becerisi ile ailesine destek olan bir karakteri izlemek beni fazlasıyla heyecanlandırırdı – muhtemelen beni alıp götürmesi için bir uzay aracı beklemeye, bu sırada da “roket bilimi” hakkında bir şeyler okumaya başlardım. (Şimdiki çocuklar da böyleler mi? Yoksa ben mi çok yaşlandım…) Diğer taraftan Robinson ailesinin lideri, kendisi bir roket bilimcisi olan ailemizin annesi Maureen Robinson. Anne Robinson uzay aracının da kaptanı, aile birlikte hareket ediyor olsa da görevlere ve dağılımlarına Maureen karar veriyor. Böylesine güçlü bir kadın figürünün dizide yer almasının da fazlasıyla iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Lost in Space’te beni en çok şaşırtan şeylerden biri, dizinin başından sonuna dek aksiyonun bir an bile yavaşlamıyor oluşu oldu. Görsel efektlerin fevkaledeliğinin de katkısı unutulmaksızın, bu kadar hızlı akacak bir hikaye beklemiyordum. Günümüz dizilerinde uzatıldıkça uzatılan kısacak mevzular sizin de canınızı sıkıyor olsa gerek. Lost in Space, başka dizilerde onlarca bölümde çözümlenecek bazı konuları bir bölüme sığdırmış ki bunu da başarılı buldum. Ailemizin dünyadaki yaşamı, yeni bir gezegende daha iyi bir hayata başlamak için nasıl karar verdikleri flashbackler ile anlatılmış. Dümdüz bir kurgu yerine, geçmişte yaşananlara dair boşlukların böyle yavaş yavaş dolduruluyor olması da hoşuma gitti.
Lost in Space’in en dikkat çeken karakterlerinden birisi de Robot elbette. Orijinal versiyonda da sadece “Danger, Will Robinson.” derken gördüğümüz Robot’un varlığı ve hem Will ile hem de Robinson ailesi ile olan ilişkisi, hikayenin en büyük gizemlerinden birini oluşturuyor. Dr. Smith, Don West ve Robinson’ların çocukları hep ilgi çekici karakterler olsa da, maalesef dizinin en klişe karakteri John Robinson. Kendisine benzer baba figürlerini o kadar çok dizide, o kadar çok defa izledik ki artık her hareketini ezberledik, her motivasyonunu tahmin edebilir noktaya geldik. İzlediğim ilk 5 bölümde en antipatik bulduğum karakter baba Robinson oldu. Senaristleri babaları yaratırken biraz daha özgün olmaya davet ediyorum 🙂
Görsel açıdan oldukça başarılı olan Lost in Space özellikle kimlere hitap eder diye soracak olursanız hemen aklıma gelen 2 yapım var: Terra Nova ve The 100. Terra Nova büyük beklentilere sahip olduğum bir dizi idi ama ömrü kısa oldu, The 100 ise hiç ummadığım şekilde başarılı oldu. (Umarım Lost in Space’in kaderi The 100’a benzer daha çok.) Eğer bu iki dizi hoşunuza gittiyse, Lost in Space’i büyük ihtimalle beğeneceksinizdir.
Yapımcılığını Legendary Television’ın üstlendiği dizinin senaryosunda Matt Sazama ve Burk Sharpless’ın (Dracula: Başlangıç, Son Cadı Avcısı) imzası bulunuyor. Zack Estrin’in (Prison Break) dizi sorumlusu olarak görev yaptığı dizinin yürütücü yapımcılığında ise Synthesis Entertainment ile bilrlikte Kevin Burns, Jon Jashni ile Applebox’tan Neil Marshall ve Marc Helwig bulunuyor. Orjinal Lost in Space dizisi ise Irwin Allen tarafından yaratıldı.
Lost in Space‘in 10 bölümden oluşan ilk sezonu 13 Nisan Cuma tüm dünya ile aynı anda sadece Netflix’te!