Son yıllarda Mad Men dizisinin ismini sıklıkla duyuyoruz, özellikle önemli ödül törenlerinde. Eğer diziyi izlemiyorsanız, “O kadar güzel dizinin içinden neden hep bu topluyor Emmy’leri, Golden Globe’ları? ” diyor olabilirsiniz siz de benim bir zamanlar yapmış olduğum gibi. Ama bu işten biraz olsun anlıyorsanız izlediğinizde siz de fark edeceksiniz ki aldığı tüm ödülleri hak ediyor Mad Men.
Peki ama Mad Men, neden bu kadar iyi bir dizi?
AMC kanalında 5 sezondur yayınlanan dizinin yaratıcı ismi Matthew Weiner. Bu ismi bir diğer önemli diziden hatırlayacaksınız; The Sopranos. Mad Men 2007 yılında yayınlanmaya başladı ve her sezon 13 bölüm olarak yayınlanmaya devam etti. Ancak 4. sezon Ekim 2010’da bitmesine rağmen sezon arası neredeyse bir buçuk yıl sürdü ve 5. sezonun başlaması Mart 2012’ye kaldı. Sezon finalini geçtiğimiz Haziran ayının başında yapan dizi bence bu sezon kalite açısından en yüksek seviyeye ulaştı, özellikle son 3 bölümün her biri birer sezon finali niteliğindeydi.
Öncelikle belirtmekte fayda var, dizi 2008, 2009 ve 2010 yıllarında üst üste 3 yıl “En İyi Drama” dalında hem Emmy hem de Golden Globe’un sahibi oldu. Toplamda 119 adaylığı ve 56 ödülü bulunuyor Mad Men’in; en iyi oyuncu ve senaryo gibi dallarda.
Mad Men mevzu bahis olunca dizinin geçtiği dönemi anlatırken kullanılan bir tabir var benim de pek sevdiğim. Mad Men “Beat kuşağından hemen sonra Hippi kuşağından hemen önce”ki geçiş dönemini alıyor arka plana, reklamcılığın en parlak dönemini anlatıyor bize. 60’lı yıllar Amerikası’ndayız. Reklamcılığın altın çağları, her fikir yeni bir fikir. Herkes çok şık, herkes her yerde her an çılgınlar gibi sigara içiyor, öyle ki sigaranın sağlığa zararlı olduğuna inanılmıyor ve hamileler bile ellerinden sigarayı bırakmıyorlar. Kadınlar henüz ikinci sınıf insan muamelesi görmekten kurtulamamışlar, kendilerine yakıştırılan en uygun meslek sekreterlik. Dönem “Marilyn mi, Jacqueline mi?” dönemi. Arabaya bindiğinizde körkütük sarhoş olsanız da oluyor, emniyet kemeri takmasanız da. Afro Amerikalılar ırkçılığa karşı büyük savaşlar veriyorlar. Eşlerin birbirine sadakati ise o zamanların bulunmayan erdemi. Mad Men’in başındaki adam Don Draper (Jon Hamm) ise bu “parlak” zamanlarda karizması ve yaratıcılığıyla göz kamaştıran bir reklamcı. Ve senaryo da bu karakter üzerinden şekillendiriliyor.
Dizinin arka planı derinlikli ayrıntılarla dolu ve tüm bu ayrıntılar dönemin atmosferini yansıtma bakımından inanılmaz derecede başarılılar. Mad Men’in ilk öne çıktığı nokta bu oluyor. Sanat yönetimi, diyalogları, dekoru, makyajı ve kostüm tasarımı ile dizi 60’lı yıllar New York’unu bize başarılı bir şekilde aktarıyor; her ayrıntı buram buram kalite kokuyor.
Mad Men pürüzsüz, sterilize; abartısız ve yalın bir şekilde insanı anlatıyor. Çok temiz bir iş çıkarıyor, sürpriz kozunu karakterlerini gerçekçi kılarak kullanıyor. Dizide her karakterin bir derinliği var, söylenen her sözün, yapılan her hareketin hikayenin anlatımına bir katkısı var. Hiç bir diyalog basit değil, vurucu. Hiç bir karakter basit değil çünkü, hepsi insan. Senaryonun harika olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?
Senaryo başroldeki Don Draper üzerinden ilerliyor demiştik yukarıda. John Hamm’ın canlandırdığı Don Draper son yıllarda ekranlarda gördüğümüz en karizmatik adam (hatta belki de en seksi sigara içen adam). Bu noktada hemen belirteyim Mad Men’in seksi bir dizi olduğunu, çıplaklıkla ya da edepsizlikle değil ama konuşmalarla, alkolle, sigarayla, briyantinli saçlar, kalem eteklerle, kırmızı ruj ve her daim şık kadın ve erkekleriyle, kullandığı ışık ve çekim açılarıyla alabildiğine seksi bir dizi Mad Men. Don Draper’a dönecek olursak, kendisi öyle bir adam ki hem kadınların hem de erkeklerin hayranlığını kazanmış durumda. Aslında bir yalancı Don, geçmişinden kaçan bir adam, ilgisiz bir baba, sadakatsiz bir koca. Ama zeki, sağlam duruşlu ve hayatta yalnız olduğunu ve yalnızca kendine güvenebilecek olduğunu biliyor. O, her şeye sıfırdan başlama konusunda bir uzman.
Dizide karşımıza çıkan her karakter üzerinde tek tek durulabilecek, birer yazı yazılabilecek derinlikteler. Erkeklerin dünyasında en az onlar kadar başarılı olabileceğini kanıtlamaya çalışan Peggy Olson (Elisabeth Moss), her bölümde bize kadınlık dersi veren Joan Harris (Christina Hendricks) , mutsuzluğunu, yalnızlığını komşunun oğlu ile paylaşmaya çalışan, çocuk ruhlu, annelik ve karılık görevini rol yaparcasına icra eden Betty Draper (January Jones), neden mutsuz olduğunu bilmeyen ve muhtemelen hiçbir zaman da öğrenemeyecek olan hırslı ama korkak Pete Campell (Vincent Kartheiser)… Her karakter iç acıtıyor yer yer çünkü bizi bize anlatıyorlar. Oyunculuklar ise enfes.
Mad Men bir dönem dizisi, karakter odaklı bir dizi, hiç bir karakterin siyah ya da beyaz olmadığı bir dizi, her bölümde sevdiğiniz ve nefret ettiğiniz kişilerin değişeceği, bölümün ardından yaşananları aklınızdan kolay kolay çıkaramayacağınız, kendinizi düşünmek zorunda hissedeceğiniz bir dizi. Mad Men kolay bir dizi değil -ki bu yüzdendir bazı izleyiciye ruh sıkıntısı vermesi. Mad Men herkesin seveceği bir dizi değil ama saygıyı kesinlikle hak eden bir dizi.
* Mad Men ismi zamanında reklam ajanslarının bolca bulunduğu Madison Avenue ve reklam ajansı çalışanlarına verilen “ad men” (advertising men) den gelmektedir.
***DİKKAT! Bu yazı ilk olarak Cine Dergi‘nin Temmuz sayısında (50.Sayı) yayınlanmıştır!***