Marvel’s Jessica Jones 2. sezon, 8 Mart 2018 Dünya Kadınlar Günü’nde tüm dünya ile aynı anda Netflix Türkiye’de yayınlanacak. Yeni sezonun ilk 5 bölümünü herkesten önce izleme şansı yakalayan eleştirmenlerden biri de benim.
Jessica Jones, Netflix’te yayınlanan ilk sezonunu izleyene dek hakkında hiçbir şey bilmediğim Marvel süper kahramanlarından birisiydi. Ve dürüst olmak gerekirse ilk sezon, Daredevil ilk sezonun ardından Netflix’in Marvel dizileri içerisinde en sevdiğim oldu. Bunda senaryo kadar, başrolde yer alan Krysten Ritter, David Tennant ve Carrie-Anne Moss gibi isimlerin de etkisi büyüktü. Jessica Jones’u oldukça sıradışı bulmakla beraber, Killgrave’in bana göre en ürkütücü “kötü”lerden birisi olduğunu da söylemeliyim.
Ve şimdi, 3 yılın ve The Defenders‘a dek genişleyen Netflix’in Marvel evreninin ardından karşımızda Jessica Jones’un 2. sezonu var. Kendisiyle zaten pek de barışık olmayan Jessica’nın iç hesaplaşmalarının Killgrave’i öldürmesinden sonra iyice büyüdüğü bu sezon, bana ilk sezondan bile daha karanlık geldi.
Krysten Ritter‘ı ilk izlediğim dizilerden birisi Veronica Mars. Kendisinin Jessica Jones rolü ile Veronica Mars’taki rolü birbiriyle alakasız olsa da, Jessica Jones tuhaf bir şekilde bana atmosfer olarak Veronica Mars’ı anımsatıyor: hikayeyi Jessica’nın iç sesinden dinliyor olmamız, özel dedektiflik yapan bu sebeple sürekli fotoğraf çeken bir kadın karakter, yer yer “film noir”e öykünen sahneler… Veronica Mars polisiye bir gençlik dizisiydi elbette, Jessica Jones kadar da ağır sorunları yoktu… Ancak 2. sezonun ilk bölümlerini izlerken iki dizi arasındaki bu benzerlikler öylesine dikkatimi çekti ki, bu yazıda bundan bahsetmesem olmazdı.
Jessica Jones her ne kadar insan üstü kas gücüne sahip bir süper “kahraman” olsa da, psikolojik olarak o kadar da güçlü bir kadın değil… 2. sezonda da işte Jessica’nın yaşadığı onca şeyin ardından, bütün bunlarla baş edebilme ve bu uğurda aslında hatırlamak istemediği şeylerle yüzleşme çabasını izliyoruz. Jessica yaralı bir kadın: ailesini küçük yaşta kaybeden,”suistimal”in en ağırlarını fazlasıyla tecrübe etmiş, hayatına devam edebilmek için kendince yöntemler geliştirmiş. Bu sezon kendisi biraz daha dipte, ne alkol ne de öfke problemini pek iyi idare edemiyora benziyor. Ve şu bir gerçek ki Jessica’nın problemleri aslında Killgrave’den öncesine dayanıyor. Yakın arkadaşı Trish Jessica’yı, ailesinin kazasının ardından başına gelenleri ortaya çıkarmanın, ona iyi geleceği konusunda ikna ediyor (ki burada Trish’in sebeplerinin de biraz tartışmalı olduğunu söylemeliyim). Jessica, ona süper güçlerini veren olayları araştırdıkça, mevzu derinleşiyor ve öğrenilen her bir bilgi, yeni bir soruyu beraberinde getiriyor.
Peki kendisiyle yüzleşmek Jessica Jones’a iyi gelecek mi? İşte bunu ancak 2. sezonun tamamını izlediğimizde öğrenebileceğiz.
2. sezonda kadroya dahil olan yeni isimler söz konusu. Bunlardan en önemlisi Jessica’nın yeni komşusu Oscar (J.R. Ramirez). İlk gördüğümüz sahne de bile eminiz ki Oscar iyi bir adam ve Jessica sebebiyle zarar görmesi kaçınılmaz. Ayrıca Oscar bir baba ve bunun yer aldığı her sahnede vurgulanıyor olması da bir yerden sonra can sıkıyor. Kadroya dahil olan bir diğer isim de, Trish’in ünlü gazeteci sevgilisi rolünde izlediğimiz Hal Ozsan. Mükemmel görünen bir erkek arkadaş ama sanki onun da kendince bazı sırları var…
Bu sezon kendisiyle yüzleşirken zor anlar yaşayan kişi sadece Jessica değil. Trish de kendi geçmişinin hayaletleri ile mücadele ediyor: bağımlılık ve annesi. Diğer taraftan güç uğruna neredeyse insanı tüm duygulardan arınmış Jeri Hogarth da en çok korktuğu şey ile, zayıflık ile sınanıyor…
İzlediğimden anladığım kadarıyla Jessca Jones 2. sezonda bizleri bekleyen bir “gerçek kötü” yok. Bu sezon daha çok bir köken hikayesi olmuş ve Jessica’yı Jessica yapan özelliklerin (insan üstü kas gücü ve öfke) kaynağını araştırıyor.
13 bölümlük Jessica Jones 2. sezonun yayınlanmasına saatler kaldı. Netflix yarattığı Marvel evreninde sıradan insanın özdeşleşebileceği “süper kahraman” hikayeleri anlatmaya devam edeceğe benziyor.