Bazen karşınıza öyle diziler çıkıyor ki, sadece izlemekle kalmıyor resmen hissediyorsunuz. İşte geçtiğimiz ay ortaya çıkan Normal People da hissedilen dizilere örnek olacak bir yapım.
İrlandalı genç yazar Sally Rooney’nin aynı adlı romanından uyarlanan dizi, bize iki gencin inişler ve çıkışlarla dolu aşk hikâyesini anlatıyor. Hem de ne anlatmak… Hulu ve BBC Three’nin ortak yapımı olan dizi, ilk haftasında BBC iPlayer’da 16,8 milyon kişi tarafından talep görerek İngiltere’de büyük bir başarı yakalamış durumda. Tabii bu başarının o kadar çok nedeni var ki. Öncelikle Sally Rooney’nin hem yazar hem de yapımcı olarak dizide etkin bir şekilde yer alması kitaba sadık kalabilecek bir senaryonun çıkmasını sağlamış.
Ayrıca dizinin yönetmen koltuğu da iki önemli isme emanet edilmiş. Bunlardan bir tanesi Room filmiyle Oscar adaylığı elde eden İrlandalı yönetmen Lenny Abrahamson. Diğeri ise Dr. Who tarihinin en ürkütücü bölümü Blink’in yönetmenliğini üstlenmiş olan Hettie Macdonald. Ve tabii ki dizinin ana kahramanları Marianne ve Connell’a hayat veren Daisy Edgar-Jones ve Paul Mescal. Bu kadar genç iki oyuncunun bu kadar başarılı bir performans sergilemesi diziyi izlemekten ziyade hissetmenizi sağlıyor.
Normal People Dizisinin Konusu Nedir?
Normal People, İrlanda’nın Sligo kasabasında yaşayan Marianne ve Connell’ın ortaokul yıllarından üniversite zamanlarına uzanan ilişkilerini takip ediyor. Varlıklı bir ailenin kızı olan Marianne oldukça zeki ve sosyal çevreden uzak biri. Açık sözlülüğü yüzünden okuldakiler tarafından pek sevilmeyen hatta garip bulunan bir kız. Orta halli bir aileden gelen Connell ise hem başarılı hem de arkadaşları arasında oldukça sevilmekte. Bu iki farklı karakterin yakınlaşması ise Connell’ın annesi Lorraine sayesinde olur. Çünkü Lorraine Marianne’lerin ev işlerinde çalışmaktadır. Connell’ın annesini işten almaya gittiği bir gün bu iki gencin arasındaki ilişki başlar. Fakat Connell, Marianne’le yaşadığı bu ilişkiyi arkadaşlarından saklamayı tercih eder. Hatta Marianne de bu gizliliği kabul eder. Okulda birbirlerinden ne kadar uzaksa okul dışında bir o kadar yakın olan bu iki âşığın ilişkisi bir yerde kopar. Ardından Dublin’de Trinity College zamanları başlar ve burada yeniden bir araya gelirler. Sevgili olmadıkları dönemlerde arkadaş kalarak aralarındaki o güçlü bağı koparmamaya çalışırlar. Dizi, ilişkinin başlamasıyla birlikte Marianne ve Connell’ın hayatlarındaki değişimleri ve evrilmeleri de adım adım gösteriyor.
Normal People’ı bu kadar özel kılan şey, kimi zaman tutkulu kimi zaman acı dolu bir aşk ilişkisini bize bu kadar içten ve doğal bir şekilde hissettirmesi. Marianne ve Connell’ın başından geçenleri izlerken geçmişe dönüp kendi yaşadığınız deneyimleri de belki gözünüzün önünden geçirebiliyorsunuz.
Yazının buradan sonraki kısmı SPOILER içerebilir.
Tabii dizinin anlattığı bu dört yıllık süreç içinde ilişkinin gidişatından da biraz bahsetmek gerek. İlişkinin ilk başladığı zamanlarda Connell’ın bunu okuldaki arkadaşlarından saklı tutması Marianne açısından çok hoş olmadı. Marianne’i garip olarak nitelendiren çevresinde alay konusu olmamak için yaptığı bu davranış, yaşanan çoğu olayda sessiz kalmasına neden oldu. Her ne kadar bağış etkinliği partisinde Marianne’nin yaşadığı sarkıntılık sonrası Rachel’a tepki verse de ardından yaptığı şey pek hazmedilir değildi: Rachel’ı baloya davet etmek. Ve bu kararını çok da bir marifetmiş gibi Marianne’e söylemek. Bunca zamandır duyduğu aşk yüzünden alttan almayı tercih eden Marianne, Connell’a “Gitmelisin!” diyerek bu gizli saklı ilişkiye noktayı koydu. Üstüne bir de Connell’ın bu ilişkiyi herkesten sakladığını öğrenen Lorraine’in oğluna bir ayar çekip arabadan inmesi de çok güzel bir hareketti. Ne de olsa doğruya doğru yanlışa yanlış diyecek ebeveynler dizilerde pek karşımıza çıkmıyor. Ki sadece oğluna değil Marianne’e de aynı şekilde şefkatli olan bir anne profilini dizinin genelinde görüyoruz. Bu arada oyuncu Sarah Greene’in de Lorraine rolüne tam oturduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Günler, haftaların ardından okula da gelmeyen Marianne’i Connell’ın gözleri arar oldu. Tek karşılaşabileceği yer ise sınav günüydü. Telefonlara bırakılan mesajlar karşılık görmedi ve lise dönemi her iki taraf için de kırık bir ayrılıkla son buldu.
Ve 4. bölümle birlikte Trinity College zamanlarına geçtik. Sligo’dan Dublin’e gelen Connell için yeni bir hayatın adımları… Sakin bir kasabadan, yaşayan bir şehre geliş. Yeni mekânlar, yeni insanlar… Duygu ve düşüncelerini arkadaşlarıyla pek paylaştığını görmediğimiz, hatta Marianne’in dışında kimsenin yanında kendini tam ifade edemeyen Connell ilk zamanlarda biraz zorluk çekti. Tabii zamanla uyum sağlamaya, derslerde fikirlerini ifade edebilmeye ve yeni çevrelere girmeye başladı. Okulda tanıştığı Gareth’ın ev partisine katıldığında nihayet Marianne’le yeniden karşılaşabildi. Connell’la birlikte biz de sosyalleşmiş ve hayatında yeni biri olan Marianne’i gördük. Hatta başka erkeklerin de ilgisini çekebilen kendinden emin bir Marianne. Bu karşılaşma Marianne’in içindeki duyguları yeniden alevlendirdi ve bir gece yarısı telefonuyla Connell’a arkadaşı olarak hayatında olmasını istedi. Ve yeni bir Marianne-Connell dönemi karşımıza çıktı. Connell’ın vakti zamanında ilişkilerini gizli tuttuğu için dilediği özür geç de olsa yapılmıştı. Hatasının farkına varması, bunu dile getirmesi Marianne’nin de hislerini yeniden harekete geçirdi ve Gareth’dan ayrılarak Connell’la yeniden tutkulu bir ilişkiye başladı. Ama bu güzel günler sadece altı hafta sürecekti. Çünkü Connell’ın yazın Dublin’de kalabilmesi için paraya ihtiyacı vardı. Çalıştığı yerin bir süreliğine kapanması, başvurulardan aldığı olumsuz geri dönüşler ve bir de gururunun kırılmaması için Marianne’e evinde kalmayı soramaması ilişkinin anlamsız bir şekilde bitmesine neden olacaktı. Tabii Marianne’nin arkadaş çevresinde yaşadığı sosyal sınıf farklılıkları da cabası. Connell’ın 6. bölümde havuzun içinden o güzel mavi gözleriyle etrafındakileri gözlemleyerek, “Benim burada ne işim var?” bakışı bunu bize en iyi anlatan sahnelerden biriydi.
Burada bir de Marianne’nin ailesiyle ilgili bir parantez açmak gerek. Connell’ın annesiyle olan ilişkinin tam zıttı bir durum Marianne tarafında karşımıza çıkıyor. Anne Denise avukatlık yapan varlıklı bir kadın. Hayatta olmayan eşinden bir zamanlar şiddet gördüğünü Marianne’nin Connell’a bahsettiği bir anda öğrendik. Denise kızına yakın olmak istese de mesafeli davranmayı seçen bir anne. Ve bir de ağabey Alan var. Marianne’i her gördüğünde kötü davranmayı görev edinmiş, hiçbir yakınlık göstermediği gibi şiddet eğiliminde bulunmayı tercih eden ruh hastası bir karakter. Alan’ın Marianne’e karşı gösterdiği bu agresif tavırlar karşısında annenin sürekli sessiz kalması gözümüze çarpan durumlardan biri. Böyle bir ortamda yaşayan Marianne’nin Lorraine’le karşı karşıya geldiği zamanlarda bir aile sıcaklığını ne kadar aradığını hissediyorsunuz.
Ve tabii yine Marianne ve Connell’ın kopamayan ilişkisine yeniden dönersek… Yaz aylarını Sligo’da geçirmek zorunda kalan Connell, çalıştığı markette şans eseri Marianne’le karşılaştıktan sonra arkadaşlık dönemleri bir kez daha başladı. Uzun zamandır çevresinde dolanan Jamie artık Marianne’nin sevgilisiydi. Connell da ilk başta hayatında kimsenin olmadığını söylese de kazandığı bursu kutlamak için çıktığı gecenin sonunda itiraflar ardı ardına geldi. Öncelikle Connell’ın da hayatında Helen adında biri olduğunu öğrendik. Ve Marianne bu son ayrılıklarının ne kadar saçma bir nedenden olduğunu anladı. Keşke Connell içinden geçenleri ifade edebilseydi de bu iki âşık boşu boşuna ayrı kalmasaydı…
Birbirlerinin hayatından çıkmayı bir türlü başaramayan bu iki âşık-arkadaş, Marianne’lerin İtalya’daki yazlık evlerinde yine bir aradaydı. Tabii bu durum normal olarak Jamie’nin hoşuna gitmedi. Rahatsızlığını da mümkün olduğunca gerginlik yaratarak belirtmeye çalıştı. Şampanya kadehlerinin uygun olmamasından tutun da, çileğin içindeki kremaya kadar her şeye karşı verdiği olumsuz tepkiler Marianne’le tartışmasıyla son buldu. Marianne’e bu kadar takıntılı olan Jamie’yle hayatının aşkı diyebileceğimiz Connell’ı aynı ortama getirmek çok da mantıklı bir hareket değildi. Ama aşk kime mantıklı bir hareket yaptırmış ki Marianne’e yaptırsın.
Connell-Helen ilişkisi devam ederken Erasmus programıyla İsveç’e giden Marianne, burada tanıştığı fotoğrafçı Lukas’la kendini bir sado-mazo ilişkinin içinde buldu. Connell’la iletişimi devam etse de kendini her şeyden soyutlayan bir Marianne’i karşımızda bulduk. Ta ki Connell’ın yaşadığı ruhsal çöküntüye kadar… Lisedeki arkadaşlarından Rob’un yılbaşı gecesinde intihar ettiğini öğrenen Connell, aklındaki “keşke”leriyle büyük bir acı yaşadı. 10. bölümde bir yandan Rob’un cenaze töreninde yaşananları bir yandan da Connell’ın aldığı terapiyi görmüş olduk. Uzun zamandır yüz yüze görüşemediği Marianne’i cenazede görmek Connell’a huzur veren tek şey oldu. Tabii bu durum Helen’in pek de hoşuna gitmedi. Cenaze töreninde arkadaşlarıyla sevgilisi olarak tanıştırmaması da bir o kadar kalp kırıcı bir hareket oldu. Cenazenin olduğu gece Helen’in artık Connell’la yüzleşme vakti gelmişti. Son olarak Marianne’nin etrafında neden bu kadar tuhaf davrandığını sorduğunda Connell’ın verdiği cevap biz izleyenlerin başından beri gözlemlediği bir şekilde oldu: Bu benim normal kişiliğim. Gerçekten de Connell’ın kendisi gibi olduğu tek zaman hep Marianne’le beraber olduğu anlardı. Ve Helen ilişkisi de beklendiği gibi sona erdi.
Normal People Oyunculuk Performansları ile de Enfes Bir Dizi
Rob’un ölümünden sonra kendini bir türlü toparlayamayan Connell, Niall’ın önerisiyle bir terapi almaya karar verdi. Ve nihayet içinde biriktirdiği her şey ortaya çıktı. Sligo’daki arkadaşlarının yaptıklarından pek hoşlanmadığını, Dublin’e gelirse hayatının daha güzel olabileceğini, kendi kafasında arkadaşlar edinebileceğini, fakat bulunduğu yerden nefret ettiğini itiraf etti. Artık Sligo’ya geri dönemezdi çünkü eski arkadaşlıklar bitmişti ve Rob da artık yoktu. Ruhsal açıdan çok kötü günler geçiriyordu ama ne mutlu ki hayatında hep Marianne vardı. Hatta sırf Connell yalnız hissetmesin diye bir gece uyurken Skype’ı açık bıraktıran düşünceli Marianne… (Bu arada 10. bölümdeki Peter Mescal performansına ayrı bir şapka çıkarmak gerek.)
Ve yine bir yaz tatilinde Marianne ve Connell Sligo’da… Hayatlarında kimse olmadığı bu dönemde her ne kadar arkadaşça görüşseler aralarındaki çekim yine oldukça fazlaydı. Ama bu ilişkiyi bir türlü bir yere oturtamıyorlardı. Acaba arkadaş olarak kalsalardı, işin içine duygusallık girmeseydi daha mı farklı olurdu? Ama birlikte oldukları dönemlerde ikisi de oldukça mutluydu. Peki, bundan sonra ne olacaktı? İşte bu gelgitleri yaşadıkları günün akşamı Marianne’nin evde Alan’ın şiddetine uğraması her şeyi netleştirdi. Marianne’nin yanına gelerek Alan’a gözdağı veren Connell artık hiç kimsenin ona zarar veremeyeceğini söyledi. Vakti zamanında Marianne’e yapılanlar karşısında tepkisiz kalmayı tercih eden Connell artık böyle bir şeye müsaade etmeyecekti.
Marianne ve Connell yine birlikteydi. Alan’la yaşanan olaylardan sonra Marianne’nin ailesiyle ilişkisi kopmuştu. Hatta annesi Dublin’de yaşadığı aile evini boşaltmasını istemişti. Hem de kızının doğum gününde mesaj atarak… Ama olsun, yanında artık Connell vardı. Uzun zamandır ilk defa her şey yolundaydı. Ta ki Connell’a gelen e-postaya kadar. Connell, New York’taki bir üniversitenin yaratıcı yazarlık programına kabul edildiğini söyleyerek Marianne dâhil hepimizi şaşırttı. Peki, neden bundan Marianne’e hiç bahsetmemişti? Çünkü kabul edilebileceğini aklının ucundan bile geçirmiyordu. Hem daha aylar evvel Dublin’e geldiği için pişmanlık duyduğunu söyleyen Connell, bambaşka bir kültürde hiç tanımadığı insanların arasında nasıl yaşayacaktı ki. Yazılarıyla göz dolduruyordu, New York onun için büyük bir fırsattı ama o gitmeyi aklının ucundan bile geçirmiyordu.
Ve yine Noel zamanı… Lorraine’nin davetiyle Marianne de Connell’la birlikte ailenin Noel yemeğindeydi. Lorraine’nin kapıda o sıcak sarılışıyla başlayan akşam belki de Marianne’in hep kendi ailesiyle hayalini kurduğu Noel’di kim bilir. Yaşadığı Noel akşamı ne kadar güzelse ertesi gün annesiyle karşılaşması da bir o kadar kötüydü. Lorraine ve Connell’la sokakta yürürken annesinin hepsini görmezden gelmesi Marianne için üzücü oldu.
Yılbaşı günü geldi çattı. Marianne bu defa Connell’la birlikte eski okul arkadaşlarının da bulunduğu bir yılbaşı partisindeydi. Okul zamanlarında Connell yüzünden ilişkilerini saklayan iki âşık artık herkesin yanında el ele, göz gözeydi. Hele Marianne ve Connell’ın geri dönüşlerle dolu yeni yıl öpücüğü de bizi o anlara yeniden götürdü.
Güzel bir yılbaşının ardından Marianne ve Connell evi boşaltmak için Dublin’deydiler. Bir süredir konusu geçmeyen New York meselesini nihayet Marianne dile getirdi. Connell’ın Marianne’den sonraki en büyük tutkusu yazı yazmaktı ve bu kaçırılmayacak bir fırsattı. Marianne, Connell’ı New York’ta yazarken hayal ettiğini söylüyordu. Gerçi Connell’ın da aklında bu vardı ama bir türlü cesaret edemiyordu. Yaşadığı çoğu şey zaten hayatını yeteri kadar zorlaştırmıştı, yeni bir zorluğa daha gerek var mıydı… Ama Marianne’e göre bu hem zor hem de harika olabilirdi. Connell Marianne’e kendisiyle birlikte New York’a gelmesini teklif etse de aldığı yanıt hayır oldu. Çünkü Marianne olduğu yerde kalıp kendi hayatını yaşamak istiyordu. Connell bir yıl sonra dönecekti ama Marianne’in dediği gibi, kim bilir nerede olacaklardı ye da neler olacaktı… Bu zamana kadar hep bir şekilde birbirlerinin hayatlarındaydılar ve hep birbirlerine destek olmuşlardı. Belki ikisi de bir daha aynı duyguları kimseye karşı hissedemeyecekti. Ama artık bir birey olarak yaşamayı ve mücadele etmeyi öğrenmeleri gerekiyordu. Ve sonunda Connell gitmeye, Marianne de kalmaya karar verdi.
Normal People 2. Sezon Olacak mı?
Dizi tarihinin belki de en duygusal sahnelerinden biriyle sona eren Normal People izleyen herkesin içinde bir şeyler bıraktı. Bu bazen mutluluk, bazen öfke, bazen kırgınlık olsa da o tutkulu aşkı hep ama hep hissettirdi. Bundan sonra Marianne ve Connell’a ne olacak, bu hikâye devam edecek mi diyorsanız ne yazık ki ne romanın yazarı Sally Rooney’nin ne de dizinin yapım ekibinin şimdilik öyle bir düşüncesi yok. Çünkü dizinin yapımcılarından Ed Guiney, Rooney’nin ilk romanı Conversations with Friends’i bir diziye dönüştüreceklerini açıkladı. Yine aynı yapım ekibiyle ve yine Lenny Abrahamson’un yönetmenliğinde 12 bölümlük bir dizi daha bizleri bekliyor diyebiliriz. Gerçi Lenny Abrahamson’un “Marianne ve Connell’ın 10 yıl sonraki hallerini görsek nasıl olur?” gibi bir hayali olsa da biz şimdilik Marianne ve Connell’ın ilişkisini kendi içimizden geçtiği gibi hayal etmeye devam edeceğiz.