Outcast: Tanıtım

2382
Outcast

The Walking Dead’in başarısından sonra bir başka Robert Kirkman çizgi romanı daha geçen haftalarda televizyon ekranları ile buluştu: Outcast. Her ne kadar henüz 2 bölümü yayınlanmış olsa da dizinin, çıkan bölümler hem uyarlama hem de hikaye, oyunculuklar, prodüksiyon gibi genel elementler olarak oldukça iyi gidiyor. Dizinin başarısının zaten büyük kısmı da Robert Kirkman’ın yazar koltuğunda oturmasından kaynaklı.

Bunun yanında eğer bu dizi hakkında bir şeyden kesin olarak eminsem, o da şu ana kadar izlediğim en iyi çizgi roman uyarlaması olduğudur. Hatta öyle bir derecede ki bu uyarlama, çoğu sahne direk çizgi roman panellerinden kopyalanmış, bölüm adları dahi değiştirilmemiş. Lakin iyi uyarlamalarda ortaya çıkan en büyük sorulardan biri, orijinal eseri mi okumalıyız yoksa uyarlamayı mı izlemeliyiz sorusudur. Bilenleriniz bilir, japon edebiyatında çizgi romanlara manga, animasyonlara ise “anime” adı verilir. Eğer bu kültüre çok aşina değilseniz fark etmeyeceğiniz şey ise animelerin direkt olarak mangalarından uyarlandıklarıdır. Bu uyarlama ise öyle bir seviyededir ki, Outcast için dediğim bazı sahnelerin direkt panellerden kopyalanması olayı animelerde %90-95 oranlarına kadar çıkıyor. Bu durumda ise yukarıda akla gelen uyarlama sorusu pekala animelerde de akla düşüyor. Mangayı mı okumalı yoksa animeyi mi izlemeli ?

Şahsım adına konuşmam gerekirse eğer, geçen aylarda ben sitemizde de incelemesini bulabileceğiniz “Full Metal Alchemist: Brotherhood” animesine başladım. Lakin serinin mangalarını okumaya animesinden çok daha önce başlamıştım. Animeye başladıktan sonra, mangaları ile karşılaştırınca ve aradaki uyarlama seviyesini de görünce doğal olarak mangasını okumayı bıraktım ve animesini izlemeye başladım. Ancak bu kesinlikle tembellikten kaynaklı değil, hikayeyi bilmemden kaynaklıydı. Çünkü mangasında kaldığım bölüme gelene kadar animesi baya sıkıcı geçmişti şayet sahne sahne ne olacağını önceden biliyordum.

outcast-101

Yalnız günümüz dizi sektöründeki kitap-çizgi roman uyarlamaları, tabii ki Japon kültüründe ki kadar sıkı işlenmiyor. Bunun başarılı örneklerini The Man In The High Castle, Childhood’s End, 11.22.63 ve The Martian Chronicles’da açıkça görebiliriz. Lakin Hollywood da işler her zaman orijinal eserin felsefesine ve kurgusuna sadık kalınarak yapılmıyor, çoğu zaman tamamen talep odaklı işliyor. Yönetmen kitaptan beğendiği kısımları, özellikle en sinematografik sahneleri, en çarpıcı diyalogları kısaca karşıdaki izleyici ne talep ediyorsa, ne izlemek istiyorsa onları alıyor ve çoğu zaman eserin ana düşüncesini, felsefesini ve mesajını hiç ellemeden bırakıyor. Peki başarılı uyarlamalar hiç mi çıkmıyor? Hayır, tabii ki çıkanlar da oluyor ama genel sektörde devede kulak kalıyorlar. Galiba sektörün bu uyarlama pragmatistliğinden eserin ve dizinin yazarı Robert Kirkman çok rahatsız olmuş olacak ki, orijinal esere muazzam bir sadakatle bağlı bir senaryo ortaya çıkarıyor.

Sahne sahne, panel panel, çizgi romanı ve diziyi birbirine çok başarılı bir şekilde bağlıyor. Tam olarak bu noktada da en üstteki soru geliyor izleyicinin aklına; “Çizgi romanı okusam diziyi izlemesem?” veya “Diziyi izlerken çizgi romanı okumama gerek olur mu?” gibi… Eğer böyle düşünen okurlar varsa hemen cevaplayayım; hayır, illa çizgi romanı okumanıza gerek yok. Ancak bir ekstra olarak okumanın verdiği zevki almak isterseniz ne ala, tabii ki okuyabilirsiniz… Genel olarak toparlayacak olursam eğer, dizi mükemmel bir çizgi roman uyarlaması olmuş. Bir çok sahne direkt olarak çizgi roman panellerinden kopyalanmış, bir çok replik hiç değiştirilmeden çizgi roman diyaloglarından alınmış. Bu da özellikle serinin hayranları için seyir zevkini bir hayli yükseltmiş durumda. Uyarlamalar hakkında lafı biraz uzun tuttum galiba o yüzden ufaktan diziye ve konusuna değinmeye başlayayım.

Outcast: Konusu

Dizi herkesin tahmin edebileceği üzere genel olarak korku teması üzerine kurulu. Daha özele inecek olursak, korku türünün alt dallarından biri olan Exorcism’den ilerliyor. Exorcism temasını korku sinemasının kült film serilerinden biri olan “The Exorcist” serisine aşinaysanız eğer Outcast’in konusunda çok da yabancılık çekmezsiniz. Çünkü yayınlanan iki bölüm süresince her ne kadar kaynağı bilinmese de hikayenin geçtiği kasabaya musallat olmuş karanlık bir güç var ve insanları birer birer kontrolü altına alıp kendi kafalarının içine hapsediyor. Dizinin protagonisti olan Kyle Barnes izleyici ile ilk olarak, geçmişi ile hesaplaşmaktan bıkmış, bitkin ve sefil bir karakter olarak tanışıyor.

outcast-101-patrick-fugit

Çocukluğu boyunca çok büyük psikolojik ve fizyolojik zorluklar atlatmış bir karakter. Geçmişinden hem nefret ettiği için hem de ayrılamadığı için de bu en kötü günlerine tanık olmuş çocukluğundaki evinde yaşantısını geçirmekte. Her duvarda ayrı bir trajedi, eline aldığı her nesnede ayrı bir anı gün yüzüne çıkıyor. Bundan ise hem nefret ediyor hem de kopamıyor. İşte ana karakter Kyle Barnes da, izleyiciye aşağı yukarı böyle bir karakterizasyon sunuyor.

Öte yandan Kyle’ın geçmişinde ki bir diğer ve belkide en önemli trajedisi ise annesinin kendisi küçükken bu gizemli karanlık tarafından ele geçirilmiş olması. Küçükken yaşadığı tüm trajediler de bu sayede annesinin elinden geliyor. Aylarca, yıllarca “ele geçirilmiş” olarak kalan annesi Kyle’a uyguladığı kaba kuvvetin ve şiddetin yanında psikolojik olarak da şiddet uyguluyor. Zaten çocukluğu bu kadar ağır geçen bir bireyin de sonraki hayatında mutlu ol(a)maması, problemli ve sorunlu bir yapıya sahip olması çok da şaşırılacak bir durum değil kanımca. Bu yıllar geçen şiddet döneminden sonra annesi bir şekilde kendisini ele geçiren bu güçten kurtuluyor ve hastaneye yatırılıyor. Lakin bunun nasıl olduğu ise henüz izleyici ile paylaşılmış durumda değil.

Dizide öne çıkan bir diğer karakter ise kasabanın pederi Reverend Anderson. Klasik kilise papazı çizgisinden bir hayli uzak olmasına karşın, şeytan çıkarma kurgularında karşımıza çıkan klişe bir aykırı papaz. Alkol ve sigara tüketimine bir sınır koymayan, kumar masası eksik olmayan bir peder profili.  Kyle ile daha önceleri de tanışmışlığı bulunan peder, ilk bölümde karşımıza çıkan ufak bir çocuğun ele geçirilme vakasında Kyle ile tekrar bir araya geliyorlar ve çocuğa yardım ediyorlar.

Kyle ise, ilk şeytan çıkarma tecrübesinden sonra, insanları ele geçiren bu gizemli gücün kendisini tanıdığını ve takip ettiğini öğreniyor. Hatta diziye adını veren kelimeyi de ilk olarak karanlığın kendisine Outcast diye hitap etmesi ile öğreniyor. Tüm bunlar bir yana, ek olarak bu şeytan çıkarma işleminde kendisinin gizli bir gücünü de fark edince ilk sayının sonlarına doğru bu güç ile savaşmaya karar veriyor ve bölümümüzde burada bitiyor. Buradan sonrası da tahmin edilebileceği üzere karakterin hikayesindeki dönüm noktasını oluşturuyor ve hikaye de iyice dallanıp budaklanmaya başlıyor.

Outcast: Son Söz

Outcast genel itibariyle fantastik korku türüne olabildiğince sadık kalmaya çalışsa da, genel manada korku türünün ağır bastığını söyleyebilirim. Bunu ise dediğim gibi şeytan çıkarma kurgusu üzerinden işliyor. Yani aşağı yukarı klasik bir Exorcism kurgusu temelinde ilerliyor. Lakin her ne kadar dizinin teması biraz alışılagelmiş olsa da, hem karakterlerinin arka plan hikayeleri ile hem de görüntü yönetmenin çıkardığı mükemmel çekimler sayesinde kendisini seyir zevki bir hayli yüksek bir yapım haline getiriyor. Henüz dizinin hikayesi çok ilerlemediği için, spoilera girmemek adına kurgusu hakkında geniş bir anlatım yapmadım. Lakin size tek diyebileceğim şu anki hikayenin sadece buz dağının görünen kısmı olduğudur.

Outcast, çoğu dizinin tatile girdiği şu yaz döneminde kesinlikle bir şansı hak ediyor.