Empati: Bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek.
“Ben aşırı duygusal filmleri/dizileri izleyemiyorum, çok etkileniyorum” dediğim zaman insanların tepkileri genelde aynı olur: abarttığımı düşünür ve önemsemezler. İkili sohbetlerde çok üzerinde durmadığım bir konudur bu, neyi izleyeceğim ya da izlemeyeceğim konusunda birilerine hesap vermek zorunda değilim ne de olsa… Ama aslında diğer insanların anlamadığı o etkilenme durumu, hayatımı dönem dönem oldukça zorlaştıran, ziyadesiyle acıklı bir durum. Eğer izlediğim film ya da dizi beni bir şekilde bir yerden duygusal olarak yakalarsa, empati kurabilen tarafım birden bire devreye giriyor ve kendimi hikayenin resmen içerisinde buluyorum. Bahsettiğim şey sinema salonunda Babam ve Oğlum izlerken hüngür hüngür ağlamak değil; La Mome filmini izledikten sonra bir hafta kendine gelememek, uyku uyuyamamak, yemekten içmekten kesilmek demek…
İşte Sense8 izlerken de tam olarak böyle oldu.
Netflix Türkiye sağ olsun, Sense8 ikinci sezon yayınlanmadan evvel ilk 4 bölümü izleme fırsatım oldu. Bu yazıda mümkün olduğunca yeni bölümlere dair spoiler vermemeye çalışacağım, zaten daha ziyade izlediğim kadarıyla Sense8’in bana neler hissettirdiğinden bahsedecekmişim gibi duruyor 🙂
Çeşitli platformlarda bahsini çok duymuş olmama rağmen henüz geçtiğimiz haftaya kadar Sense8’i izleme fırsatım olmamıştı. İkinci sezonu herkesten önce izleme şansı ortaya çıkınca, ilk sezonu Netflix üzerinden derhal “binge watch” yapmaya başladım. Açık konuşmak gerekirse ilk bölümün ardından diziyi fazlasıyla yüzeysel bulup, diyalogları da ezbere olmakla suçlamıştım. Halen pilot bölümün dizinin en zayıf bölümü olduğunu düşünmekteyim; pek çok açıdan herkese hitap etmeyen bir dizi olan Sense8 umarım bu sebeple potansiyel hayranları elinden kaçırmamıştır.
90’lı yılların (belki de tüm zamanların) en önemli bilim kurgu filmlerinden Matrix’in yaratıcıları Wachowski‘ler oturuyor Sense8’in yaratıcı koltuğunda. Sense8 dizisinin türü için drama, gizem, bilim kurgu demiş IMDb. Ancak benim için gizem/bilim kurgu ögeleri Sense8 için amaçtan ziyade birer araç olarak kullanılıyor. Sense8’in anlatmaya çalıştığı bundan çok daha fazlası, çok daha derin ve önemli bir şey, çok daha ulu, çok daha ruhani…
Sense8 ilk sezonu izlerken çok defa aynı cümleleri kurdum “Dizi gerçekten çok iyi” “Konusu çok daha derin ama bunu nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum”. Bazen, bir türlü anlayamadığımız şeyleri sonunda anlayabilmemiz için bize bunun farklı şekilde anlatılması gerekir ve beklemediğimiz bir anda o yıllardır anlayamadığımız şeyle ilgili bir aydınlanma noktasına ulaşırız. (Aydınlanma biraz aşırı mı oldu? Belki…) Bu durumu hayatımda iki defa yaşadım. Açık fikirli bir insan olan ben, 60’lı ve 70’li yılların özgür seks yaklaşımını asla anlayamıyordum örneğin, yadırgamak ya da aşağılamak değildi hissettiğim, sadece salt ve basit olarak anlayamıyordum işte. Ne zaman ki Robert A. Heinlein‘ın baş yapıtı “Yaban Diyarlardaki Yabancı”yı okudum, işte ancak o zaman anladım hippilerin duruşunu. Evet, “Özgür Seks” kavramını bana sağ kulvardan anarşizme yaklaşan Heinlein’ın Mars’tan gelen adam Valentine Smith’i anlattı.
Diğer taraftan, çok küçük yaşlarından itibaren Doğu kültürüne meraklı olan, Doğu felsefesini anlamaya çalışmış, bir yoga eğitmeni olan ben, “tüm evrenin bir ve bütün olma halini” anlamakta her zaman zorluk çekmiştim. İşte bir olma halini bana anlatabilen, Sense8 dizisi oldu. Karakterlerimizin aynı anda aynı şeyleri hissetmeleri, gülmeleri, ağlamaları, birinin ihtiyacı varken onun eksik olduğu noktayı tamamlayarak ona yardım etmeleri ve aslında bireysel varlıklarını sürdürürken aynı organizmanın farklı bölümleri gibi hareket ediyor olmaları gerçekten ilham verici ve çok anlamlı. Sense8’i izlerken çoğu zaman öylesine duygulara kapıldım ki, bu duygular ile ne yapacağımı bilemez duruma geldim. Gülerken ağladım, ağlarken güldüm. Kümemiz birbirlerinin bilinçlerinde bir araya geldikçe; ben de küçük birer parçasını oluşturduğumuz ama aslında beraber hareket eden ve adına evren denen şeyin varlığını hissettim.
Bir sanat eseri karşısında herkesin aynı şeyi anlamasını ya da o eseri aynı şekilde yorumlamasını beklemek son derece yersiz olacaktır.
Çünkü insan karşısındaki eseri değerlendirirken mutlaka kendinden bir şey katar. Her yaratılan eser nasıl yaratıcısı için benzersiz ve tek ise, onu izleyen/okuyan/dinleyen/hisseden kişi için de benzersiz ve tektir. Bu sebeple her izleyicinin Sense8 ile ilgili benimle aynı şeyleri düşünüyor olmasını asla beklemiyorum. Aksine, Sense8 onunla bir şekilde empati kuramayan hiç kimsenin sevmeyeceği, sevemeyeceği hatta itici bulacağı bir dizi.
Sense8 2015 yılında yayınlandığı ilk günden beri özellikle aşırı cesur seks sahneleri sebebiyle dikkatleri üzerine çekmeye devam ediyor. Artık ikisi de trans bireyler olan Wachowski kardeşler, eşcinsellik, grup seks gibi sakıncalı kavramları ekran önünde cesurca araştırmaktan kesinlikle kaçınmıyor. “Aşırı” sahneleri eğer hikayeye bir katkısı yoksa çok yapay bulan ben, Sense8 ile ilgili hiç bunu hissetmedim, cesur seks sahnelerinden kesinlikle rahatsız olmadığım gibi, şahane müziklerle birleşen bu sevgi dolu sahneleri çok başarılı buldum. The Matrix Reloaded filminde Zion’daki parti ve grup sekse benzer dans sahnesini hatırlıyor olmalısınız, işte Sense8’de yer alan seks sahneleri de çoğu zaman böylesine estetik ve etkileyici.
İlk sezonda, dünyanın farklı yerlerinde farklı hayatlar yaşayan ve farklı kişisel problemlerle boğuşan Capheus, Sun, Riley, Nomi, Kala, Wolfgang, Lito ve Will‘in bilinç düzeyinde de olsa birbirlerini bulmasını ve bu kümeyi oluşturan her bireyin geçmişlerine dair hikayelerini izleme şansı bulmuştuk. Sense8 ikinci sezon, geçmişten çok geleceğe odaklanıyor. Artık kümemiz birbirlerine nasıl bir bağ ile bağlı olduklarının farkında ve bunu kendi avantajları için kullanmaktan asla çekinmiyorlar ve bu durumdan kesinlikle büyük keyif alıyorlar. Birlikte olduklarında ne kadar güçlü olduklarının farkında olan ve bu güce olan güvenleriyle hareket eden bir küme var karşımızda yeni sezonda. Çok fazla detaya girmek istemiyorum ancak ilk sezon finalinde ve Christmas özel bölümünde, The Whispers denen adam yüzünden özellikle Will’in durumu pek iyi değildi. Yeni sezonda onu daha iyi şartlarda görmek sevindirdi. Bu sezon hikayeye katılan yeni karakter ile hikaye hem derinleşecek hem de farklı bir boyut kazanacak. Ama bu yeni karakterlerin hayır mı şer mi getirecekleri şimdilik belirsiz elbette… Yeni sezona kümemiz hem kendi var oluşlarına, hem de Angelica, Jonas ve The Whispers’a dair pek çok yeni şey öğrenecekler. Tabi bizleri pek çok ters köşe ve sürpriz bekliyor diyor, artık susuyorum.
Şunu eklemeden geçemeyeceğim. Bir dizide her karakteri sevmek, her karakter ile özdeşleşmek zordur. Ben Sense8’deki tüm karakterleri hem beraber hem de ayrı ayrı seviyor, bir şekilde de onlarla bağlantı kurabildiğimi hissediyorum. Bu sebeple hiç bir karakterin bireysel hikayesini diğerinin önüne koymam mümkün değil. Ancak, sıradan bir şirret iş kadını olduğunu sanarken, underground dövüşlere katılan inanılmaz güçlü bir kadın olduğunu gördüğümüz Sun beni fazlasıyla etkiliyor; ne zaman onun sahnelerini izlesem “Keşke Sun için bir spin-off çekseler de izlesek” demekten kendimi alıkoyamıyorum.
Wachowski’lerin başarılı olduğu alanlardan biri de kesinlikle estetik, alışılmışın dışında ve akıcı dövüş sahneleri çekmek. İkinci sezon da ilk sezon kadar etkileyici bu konuda. Keza yukarıda da bahsettiğim üzere, dizideki müzik kullanımı gerçekten çok başarılı. Özellikle farklı karakterlerimiz ve farklı ülkeler arasında atlama yaparken kullanılan şarkıların uyumu insanda bir dans gösterisi izlediği hissiyatı uyandırıyor.
Sense8 | 2. Sezon Resmi Fragmanı | Netflix
Sense8 ikinci sezonun tüm bölümleri 5 Mayıs Cuma, Netflix Türkiye’de yayınlanacak. Yeni sezonun ilk iki bölümünün, dizinin yaratıcılarından Lana Wachowski tarafından yönetilmiş olduğunu da belirtelim. Yeni sezonu heyecanla bekleyenlere şimdiden iyi seyirler, yeni sezonun en az ilk sezon kadar etkileyici olduğundan emin olabilirsiniz.