Pek sevmediğim ama nedense her dizisini mutlaka izlediğim Mike Flanagan’ın en yeni ve de sonuncu Netflix dizisi “The Fall of the House of Usher” geçtiğimiz hafta platformda yayınlandı. Bu yazıda diziyle ilgili dürüstçe görüşlerimi paylaşacağım sizlerle ama muhtemelen bu inceleme okuyucularla en ters düştüğüm yazılardan biri olacak.
The Haunting of Hill House, The Haunting of Bly Manor, Midnight Mass ve The Midnight Club ardından, Mike Flanagan’ın 5. korku dizisi “The Fall of the House of Usher” Netflix’te yayınlandı. “The Fall of the House of Usher” gotik edebiyatın öncü ismi Edgar Allan Poe’nun aynı adlı kısa öyküsü ve diğer çalışmalarından uyarlanmış, 8 bölümlük bir mini dizi.
Bu diziyle birlikte Flanagan’ın Netflix’le anlaşması son buldu. Kendisi Amazon ile bir anlaşma yaptığı için bundan sonraki projelerini muhtemelen Prime Video’da izleyeceğiz ama şimdilik duyurulmuş, kesinleşmiş bir proje henüz yok.
The Fall of the House of Usher: Konusu
Roderick ve Madeline Usher adlı acımasız kardeşler, sahibi oldukları Fortunato ilaç şirketiyle büyük bir servet, ayrıcalık ve güç elde ediyorlar ve neredeyse dokunulmaz hale geliyorlar. Ancak Usher hanedanının vârisleri, Roderick ve Madeline’nin gençliklerinde tanıdıkları gizemli bir kadının ellerinde ölmeye başlayınca geçmiş sırlar birer birer gün yüzüne çıkmaya başlıyor.
Roderick Usher’ın 6 çocuğu var, her çocuğa ve her çocuğun ölümüne birer bölüm ayrılmış. Dizi Roderick Usher’ın uzun zamandır tanıdığı ve uzun zamandır kendisini hapse atmaya çalışan savcı Auguste Dupin’i eski aile evine çağırması ve olanları ona bir itiraf şeklinde anlatmaya başlaması üzerinden ilerliyor. Bu noktada Roderick zaten tüm çocuklarını o hafta içerisinde kaybetmiş hem onların ölümünün detaylarını, hem de kendi hayat hikayesini anlatıyor. O anlattıkça biz de sürekli geçmişe, geçmişin farklı zamanlarına gidip geliyoruz. Dizinin böyle geçmişe dönüşleri bolca kullanan bir yapısı var.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: The Fall of the House of Usher İnceleme Videosu
Biliyorum bunu hemen her dizi için söylemeye başladım. Ama bunun günümüz yapımlarında gerçekten önemli bir problem olduğunu düşünüyorum o yüzden söylemeye devam edeceğim. Bence dizinin bölüm süreleri çok uzun. Her bölüm birer saat, hatta final bölüm 1 saat 15 dakika. Bu hikâye 6 bölümde de anlatılabilirmiş, 8 bölüme sanki zorla uzatmışlar ve bunu yaparken maalesef bazı olaylara tekrar tekrar dönülmüş. Sonuç olarak dizi özellikle bazı kısımlarda inanılmaz sıkıcı. İlk bölümü ve final bölümü çok sevdim ancak ara bölümlerdeki o tempo farkı gerçekten çok belirgin. Bazen Flanagan dizilerini izlerken fenalık geçirecek gibi oluyorum.
The Fall of the House of Usher, Succession’dakine benzer bir aileyi merkezine alan, gizem ve korku öğeleri içeren bir dram dizisi. Tüm çocukların acımasızca ve korkutucu şekilde öldürüldüğü bir Succession hayal edebilirsiniz. Ama çok da korkunç bir dizi de değil. Eğer Haunting of Hill House gibi bir korku dizisi bekliyorsanız, kesinlikle öyle bir dizi değil. Korkutuculuk çok geri planda bu dizide.
Dizide ayrıcalıklı ve güçlü Usher ailesi üzerinden Amerika’daki bazı önemli toplumsal sorunlara odaklanılmış, son dönemde sıklıkla duyduğumuz Opioid krizi gibi, sağlık hizmetlerine ulaşımın güçlüğü gibi, ilaç şirketlerinin şeytani oluşumlar olduğu gibi, adalet sisteminin işlemeyişi gibi, güçlü ailelerin işledikleri her suçun yanına kalması gibi. Sağlık sistemini tümden eleştirmişler zaten ve aslında Usher ailesi bir nevi Amerikalı Sackler ailesinin bir yansıması. (Opioid kriziyle ilgili daha fazla şey öğrenmek istiyorsanız bir sürü belgesel var zaten, ama onların dışında Dopesick dizisini izlemenizi tavsiye ederim, harika ve çok etkileyici bir yapımdı).
The Fall of the House of Usher bir nevi kapitalizm eleştirisi yapıyor, hatta bir noktada lafı Amerika tarihindeki tüm zengin ve güçlü ailelerin şeytanla anlaşma yaptığına kadar getiriyor ama bunu sandığı kadar zekice ya da derinlikli yapamıyor.
Flanagan, hepimizin gayet iyi bildiği, mesaj kaygılı her dizi ve filmde karşımıza çıkan, daha önce defalarca izlediğimiz, gördüğümüz, hatta her gün haberlerde gerçeklerine şahit olduğumuz toplumsal sorunları sanki ilk defa kendisi keşfetmiş ve sanki çok orijinal bir şey gibi önümüze koymuş. Maalesef bu açıdan uzun yıllardır izlediğim en didaktik, en kör gözüne parmağım anlatıma sahip dizilerden biriydi The Fall of the House of Usher. Üzerinde durduğu konularda çok basite kaçıyor, izleyiciyi düşünmeye sevk edecek sorular sordurmuyor. (Bu açılardan bu yönetmeni Amerikalı izleyicilerin neden bu kadar sevdiğini anlayabiliyorum da, Türk izleyici ne demeye bu adamın her işine başyapıt diyor, işte onu hiç anlamıyorum).
The Fall of the House of Usher: Karakterler & Oyuncular
Dizinin yüzeyselliği ve yer yer aşırı sıkıcı oluşu bir yana, bence en büyük sıkıntılarından bir diğeri karakter gelişimleriyle ilgili.
Şimdi durum şöyle ki, dizinin başı itibariyle Usher ailesinin tüm çocuklarının öleceğini biliyorsunuz ve 2. Bölüm itibariyle de her bölümde en az bir çocuğun ölümünün anlatılacağı anlaşılıyor. Ben her ölümün nasıl gerçekleşeceğini merak etmiş olsam da, tüm bu karakterlerin öleceğini bilerek hikayelerini izlemek bazı izleyiciler için sıkıcı olabilir.
Bazı çocukların üzerinde yeterince duruluyor, onların neyi neden yaptıklarını motivasyonlarını daha iyi anlıyorsunuz ama bazıları üzerinde yeterince durulmuyor, örneğin Leo. Dizide gördüğümüz kadarıyla Usher kardeşlerin hepsi birbirinden beter, çok kötü insanlar. Hepsinin sapkın zevkleri var. Ama az, ama çok tüm karakterlerden nefret ediyorsunuz, tiksiniyorsunuz hatta.
Hem onları yeterince tanıyacak, bir şekilde anlayacak ve bağ kuracak bir vaktiniz olmadığı için, hem de iğrenç insanlar olduklarından ölümleri sizin için çok da bir şey ifade etmiyor. Ki bu yüzeysel yaklaşım karakterleri tek boyutlu birer Yeşilçam kötüsüne çeviriyor. Geçmişlerini ve nasıl bu hale geldiklerini bilmiyoruz, sadece çok kötüler.
Her şeye rağmen bence The Fall of the House of Usher, Flanagan’ın son iki dizisi Midnight Mass ve The Midnight Club’dan daha iyi bir yapım. Bunun temel sebebinin de Edgar Allen Poe eserlerinden güzel beslenmeleri olduğunu düşünüyorum. Edgar Allan Poe’nun eserlerini kullanma ve hikâye içerisine yedirme açısından gerçekten çok özenli davranmışlar. Ana hikayemiz, Poe’nun Usher Evi’nin Çöküşü isimli kısa öyküsüne dayanıyor dedik zaten. Bunun dışında da örneğin kullanılan tüm isimler Poe eserlerine atıf.
2. bölümden itibaren dizinin bölüm isimleri şu şekilde; The Masque of the Red Death, Murder in the Rue Morgue, The Black Cat, The Tell-Tale Heart, Goldbug ve The Pit and the Pendulum. Bunların hepsi Poe’nun kısa hikayelerinin isimleri.
Her bölümde Usher ailesinin bir ferdi ölüyor ve her ölüm hikayesi, bölüm isminin alındığı kısa öyküden esinlenerek kurgulanmış. Son bölümün ismi de The Raven, bu da zaten Poe’nun en bilinen şiiri. Dizide Poe şiirlerini duymak gerçekten çok güzeldi. Bir uyarlama olarak dizi bu açıdan çok başarılı.
Dizinin kadrosunda Carla Gugino, Mary McDonnell, Bruce Greenwood, Mark Hamill, Samantha Sloyan, Zach Gilford, Kate Siegel, Rahul Kohli gibi isimler yer alıyor. Mike Flanagan hep aynı oyuncularla çalıştığı için bu oyuncuları daha önce izlediğiniz Flanagan dizi ve filmlerinde mutlaka görmüşsünüzdür.
Oyuncular içerisinde bence Rodrick Usher’ı canlandıran Bruce Greenwood mükemmel bir performans sergiliyor. Mark Hamill’i oldukça farklı bir rolde, Usher ailesinin avukatı ve bir nevi tetikçisi Arthur Pym olarak izliyoruz ki bence onun da performansı iyiydi. Carla Gugino da Verna karakteriyle harikalar yaratmış bence.
Verna karakterinin ne olduğu, kim olduğu hakkında bir sürü yorum görüyorum sosyal medyada ama bence bu karakterin ne olduğu gayet açık. Kendisi ya şeytan ya da şeytanın elçisi. İnsanların hayatları üzerine onlarla anlaşmalar yapıyor, kendilerine güç ve zenginlik veriyor. Vakit gelince de bu ruhları toplamak için dönüyor. Supernatural izleyenler için hiç de şaşırtıcı olmayan kavramlar bunlar.
Madeline Usher’ı canlandıran Mary McDonnell’ın performansı dizide en az beğendiğim oldu. Böyle şeyler söylemek istemiyorum aslına ama kendisi yüzüne nasıl bir estetik yaptırmışsa artık, botoks mu gerdirme mi nedir bilmiyorum, yüzünde tek bir mimik kalmamış. Tüm sahneleri aynı mimikle oynadı. Estetik ameliyata karşı değilim elbette ne haddime ama bir oyuncu için mimik denen şey aşırı önemli bir şey. Bu operasyonlarda çok daha dikkatli olmalılar bence.
Diziyi gizemli bulanlar olabilir. Ancak ben şahsen ilk bölüm itibariyle neyin ne olduğunu ve nasıl ilerleyeceğini az çok tahmin etmiştim. En ufak bir sürpriz yaşamadım o noktadan sonra. Ve açıkçası eğer iyi bir dizi izleyicisi iseniz, yeterli dizi/film kültürünüz varsa siz de muhtemelen olayların nasıl ilerleyeceğini aşağı yukarı tahmin edeceksinizdir. Beni şaşırtan hiçbir şey olmadı maalesef.
The Fall of the House of Usher: Son Söz
Eğer Mike Flanagan’ı ya da Edgar Allan Poe’yu seviyorsanız, bu diziyi izlemenizi tavsiye ederim. Midnight Mass’i sevmiş olanlar bu diziyi de çok sevecektir eminim. Ancak dizinin özellikle ara bölümlerdeki engellenemez sıkıcılığı muhtemelen pek çok izleyicinin diziyi yarım bırakmasına sebep olacak.