Yaklaşık 10 yıl önce duyurulan, defalarca yönetmeni değişen, defalarca yeniden çekilen ve Ezra Miller‘ın skandallarıyla gölgelenen The Flash filmi en sonunda 16 Haziran itibariyle gösterime giriyor. “It” filmlerinin yönetmeni Andy Muschietti‘nin elinden çıkan film, doyurucu ya da özgün bir hikaye ortaya koyamasa da, “nostalji” açısından kartlarını doğru oynuyor ve 2 saati aşkın süresinde izleyicisine keyifli bir seyir sunmayı başarıyor.
Şu anda anlaması da anlatması da epeyce zorlu hale gelen DCEU (DC Extended Universe – DC Genişletilmiş Evren) içinde Barry Allen / The Flash karakteriyle ilk defa 2016 yılında, Batman v Superman: Dawn of Justice filmiyle tanıştık. Her daim en sevilen süper kahramanlardan biri olan The Flash’ın “solo” filmine kavuşacak olması, hayranlar tarafından sevinçle karşılanmıştı. Bugüne dek yayınlanmış DCEU filmlerinin hiçbirini çok beğendiğimi söyleyemem: DC’nin filmler söz konusu olduğunda çok ciddi ve kurtulamadığı bir kimlik bunalımı yaşadığını düşünüyorum. Ancak, The CW kanalının “Arrowverse”ü içinde tanıdığım ve sevdiğim The Flash’ı ana karakter olarak bir filmde izleme fikri beni bile çok heyecanlandırmıştı.
Bu ilk heyecanlardan günümüze kadar geçen süreç ise tam bir kaos.
Bu yazıda uzun uzadıya tüm bu yaşananlardan bahsetmeyeceğim açıkçası çünkü bu tamamen başka bir yazının konusu. Ancak Ezra Miller hakkında pek çok suçlama bulunduğunu, kendisinin geçtiğimiz yıllarda psikolojik rahatsızlıklarının da etkisiyle pek çok yasa dışı olaya karıştığını hepimiz biliyoruz. Bu noktada The Flash filmini izleyip izlememek, bu film için sinemaya gidip gitmemek, filme para kazandırıp kazandırmamak ya da filme destek olup, olmamak… tamamen siz okuyucularımızın kendi takdirine kalmış. İki durumda da –izlemeyi tercih edenleri de etmeyenleri de – kimseyi yargılamamak gerektiğini düşünüyorum.
Zira “sanatı sanatçıdan ayrı değerlendirmenin mümkün olup olmadığı” mevzusu da apayrı bir yazının konusu…
The Flash: Konusu
The Flash, annesinin ölümünü engellemek için gücünü kullanarak zamanda geriye giden Barry Allen’ın (Ezra Miller), zamanın lineer akışında istenmeyen sonuçlara yol açmasını konu alıyor. Barry, geçmişteki olayları değiştirmek üzere zamanda yolculuk yapmak için süper güçlerini kullandığında The Flash’te dünyalar çarpışır. Ancak ailesini kurtarma girişimi istemeden geleceği değiştirdiğinde Barry, General Zod’un yok etme tehdidiyle geri döndüğü ve sığınacak süper kahramanların olmadığı bir gerçeklikte hapsolur. Hapsedilmiş bir Kripton’luyu kurtarmak için, her ne kadar aradığı kişi olmasa da alışılmışın dışında olan bu çok farklı Batman’i emeklilikten vazgeçmeye ikna etmesi gerekmektedir… Nihayetinde, içinde bulunduğu dünyayı kurtarmak ve bildiği geleceğe dönmek için Barry’nin tek umudu hayatı için yarışmaktır. Ancak yaptığı tüm fedakârlıkları evrenin başa dönmesi için yeterli olacak mıdır?
Ezra Miller’ın başrolünde yer aldığı The Flash’ın oyuncu kadrosunda, son dönemlerin yükselen yıldızı Sasha Calle, Ben Affleck, Michael Shannon, Ron Livingston, Maribel Verdú, Kiersey Clemons ve Michael Keaton gibi başarılı oyuncular yer alıyor.
Batman Aşkına!
The Flash filmini eleştirmek adına söyleyebileceğim ilk şey, filmin beklediğimden çok daha iyi olduğu. Dürüst olmak gerekirse tüm o “drama”nın ardından filmden pek bir beklentim olduğunu da söyleyemem. The Flash biletlerini günler öncesinden almamın, sinema salonuna da büyük bir heyecanla gitmemim tek bir sebebi vardı: tüm zamanlardaki en favori Batman’im olan Michael Keaton‘ın bu filmde yer alıyor olması. Eminim benim yaşlarımda olan pek çok izleyici için de aynı durum geçerlidir. Bu noktada kendisinin çok iyi bir performans sergilediğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. İşleri bu olsa da, bir oyuncunun nasıl olup da 30 yıl önce canlandırdığı bir karaktere aynı şekilde yeniden bürünebiliyor olması beni hayrete düşürüyor. Michael Keaton, Bruce Wayne / Batman olmaya kaldığı yerden devam ediyor. Filmde etkili ve önemli bir rolü var, ancak ekran süresi filmimizin ana karakteri olan The Flash’ı gölgede bırakacak kadar uzun değil.
Tim Burton‘ın yarattığı Batman evreninden detaylar görmek, o Batmobil’i o Batcave’i yeniden görmek hakikaten müthiş bir deneyimdi. Michael Keaton‘ın yıllar sonra yeniden “I’m Batman” dediği anda küçük bir çığlık bile atmış olabilirim. (Yeri gelmişken, insanların filmleri “fan servis yapılıyor” diyerek eleştirme hatta aşağılama pratiğini de pek anlayamadığımı söyleyeyim. Ben bir “fan” isem, beni mutlu etmek adına her türlü fan servis yapabilirler.) Sizler için sürprizlerin tadını kaçırmak istemediğimden pek fazla detay veremiyorum ama en başta dediğimi yineliyorum, nostalji açısından kartlarını doğru oynayan bir film The Flash. Suçlandığı kadar nostaljiye bel bağladığını düşünmüyorum, bence oldukça dozundaydı. Bu sahnelerde izleyiciyi şaşırtma – duygulandırma gayelerinde gayet başarılı olmuşlar.
Yalnızca fragmanları izleyip, bunun dışında da filmde dair hiçbir habere bakmayarak kendime bir iyilik yaptığımı düşünüyorum çünkü The Flash’ın “sürpriz” olması gereken tüm detayları benim için sürpriz oldu. Bu noktada da sizleri uyarmam gerekiyor, filmin gösterime girmesinden kısa süre sonra muhtemelen tüm sosyal medya platformları filmden görüntülerle ve spoiler bilgilerle dolmuş olacak. Eğer filmi sinemada izleme niyetiniz varsa elinizi çabuk tutun derim, aldığınız her spoiler ile filmin biraz daha tadı kaçacaktır.
The Flash esasen bir “köken” filmi olmasa da, bir köken hikayesi de anlatıyor bir bakıma. Biz filmlerde The Flash’ı tanıdığımız zaman Barry Allen çoktan güçlerine kavuşmuş bir süper kahramandı. Bu filmde ise geçmişe giden Barry Allen’ın kendi gözünden, kendi köken hikayesini izliyoruz. Yaşlı Barry’nin, güçlerini kazanma ve süper kahraman olma yolculuğunun başındaki genç Barry’e mentorluk yapması fikri bence başarılı. (Tabi Barry rolünde Ezra Miller’ı “sinir bozucu” bulanlar bu filmde ikisine birden katlanmak zorundalar 🙂 ) Ve bu söylediğimi ironik bulacaksanız belki ama Ezra Miller filmde oldukça iyi bir performans sergiliyor. Karşınızda aynı karakterin iki farklı zamandan iki farklı versiyonu olduğunu anlayabiliyorsunuz, deneyim ve olgunluk farkından doğan nüansları çok iyi yansıtmış. Barry’nin tüm şapşallıkları, tüm duyguları izleyiciye ulaşıyor. İki Barry’nin birbiriyle etkileşimi, ikisi arasındaki muhabbetler beni çok güldürdü. Hatta ilk defa bir DCEU filminde komedi/aksiyon/dram sahnelerinin bu kadar iyi dengelendiğini görüyorum. Hem Marvel hem DC için söylüyorum, yersiz esprilerin duygusal sahneleri baltalamadığı filmlere hasret kalmıştık ama Guardians of The Galaxy Vol.3, Spider-Man: Across the Spider-Verse ve de The Flash ile sonunda bu zevzekliğin üstesinden gelmişe benziyoruz.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: The Flash Film İnceleme Videosu
Yavan Senaryo, Yakışmayan CGI
Bu bir sır değil, spoiler bir bilgi olduğunu düşünmediğimden de söylemekte zarar görmüyorum: filmde bir Flashpoint hikayesi varyasyonu izliyoruz. (Çizgi romanları okumadım ancak ben de bu hikayeye The CW’da yayınlanan The Flash dizisinden aşinayım.) Senaryo, The Flash’ın en güçlü tarafı değil, hatta dizide bu hikayeyi filme kıyasla çok daha katmanlı işlediklerini de söyleyebiliriz. Doctor Strange in the Multiverse of Madness, Spider-Man: No Way Home, Across the Spider-Verse derken zamanda yolculuk ve çoklu evrenler konusunda bir doygunluk noktasına ulaşmış gibiyiz. Artık aynı hikayeyi yeniden ve yeniden izliyormuşuz hissinden kurtulamıyorum. Onlarca yıldır devam eden bu çizgi roman serilerinde eminim insanların ilgisini çekecek başka hikayeler de vardır.
İnanması güç ama bence filmin en kötü tarafı CGI kullanımı… Yıllar geçip, teknoloji her gün gelişirken filmlerin CGI konusunda neden daha kötüye gittiğini bir türlü anlayamıyorum. Kaldı ki bir süper kahraman filminden en önemli beklentilerden biri, efektlerin kusursuz olması. Özellikle ilk kısımdaki yıkılan gökdelenden düşenleri kurtarma sahnesi ve Supergirl’ün yer aldığı uçma/dövüşme sahneleri bir süper kahraman filmi için utanç verici düzeydeydi. Üzerinde daha aylarca çalışmaları gerekiyormuş sanırım.
The Flash: Son Söz
Bazı sorunların çözümü yok. Bugün olduğumuz insan olabilmemiz için, bazı şeylerin yaşanmış olması gerekiyor, bazı hataların yapılmış olması gerekiyor. Süper kahramanları süper kahraman yapan da bu. Bunu pek çok farklı filmde, dizide gördük bugüne dek. Ve filmin anlattığı şey biraz DCEU için de geçerli. En sonunda, tüm denemeler, tüm hatalar, tüm başarılarla birlikte DCEU kendi geçmişini kabullenmiş görünüyor.
Ezra Miller devam edecek mi etmeyecek mi, yeni Batman kim olacak, James Gunn’ın yönettiği yeni DCEU nasıl olacak, nasıl ilerleyecek… gerçekten bilmiyorum ama ben The Flash filmini, umduğumdan daha fazla beğendim. Özellikle nostaljik sahneleriyle beni tavladı. Filmin 7,5 puan seviyesinde olduğunu düşünüyorum ama Michael Keaton faktörü sebebiyle 8 vereceğim 🙂 Herkese şimdiden iyi seyirler dilerim ^^
Kişisel Not: Filmdeki “Geleceğe Dönüş” film referanslarına ayrı bayıldım, Michael J. Fox minicik bir cameo yapsa harika olurmuş.