Bazen düşman yanı başımızdadır, sığınak ise düşman sandıklarımızdandır. Aşk ise kaderin cilvesi olsa gerek, tam o anda okunu atar.
The Long Ballad, Chang Ge Xing adlı manhuadan uyarlama bir tarihi-kurgu. Milattan sonra 626 yılı, Tang Hanedanlığı döneminde geçiyor.
Ana karakterimiz Li Chang Ge (Dilireba Dilmurat), Çinli bir prenses. Babası veliaht prens. Chang Ge size klasik prenseslerden çok, savaşçı kahraman prensesleri çağrıştıracak, savaş sanatlarında tıpkı bir prens gibi eğitilmiş bir prenses o. Bu meziyetleri sayesinde amcasının darbesinden sonra hem hayatta kalıyor hem de ailesi için intikam yoluna giriyor.
Bu süreçte sürekli Doğu Göktürk Kağanlığında Kağan’ın evlatlık oğlu olan kartal birliklerinin tegini Ashina Sun (Wu Lei) ile yolu kesişiyor. İlişkileri gerçek bir “enemies to lovers” konsepti içeriyor. Birden bire aşık olmak, etkilenmek yok. Birbirlerini farklı adlarla tanıyorlar, farklı şehirlerde, farklı zorluklarda karşılaşıyorlar ve birbirlerine saygı duyarak başlıyor bir şeyler.
Yeteneklerine, prensiplerine, benliklerine saygı.
Amcasının bir darbe ile ailesini katletmesi sonrası bir kaçak hatta bir suçlu konumuna düşüyor Chang Ge. Şehirden şehre, bir beladan başka belaya sürükleniyor. Çocukluk arkadaşı Wei Shuyu (Alan Fang), kardeşi gibi gördüğü kuzeni Li Le Yan (Zhao Lusi), peşine onu öldürmek için takılmış saray muhafızı Hao Du (Liu Yuning), başı her belaya bulaştığında hayatını kurtaran Ashina Sun. Chang Ge’nın hepsi ile ilişkisinin değişimini, intikam için çıktığı yolda yeni hedefler edinmesini, büyümesini izliyoruz.
Prensesken suçlu, suçluyken komutan oluyor. Sonra mı? Sonrasını izleyince görürsünüz, Chang Ge’nın zorlu yolu devam ediyor.
