Aaron Nee ve Adam Nee’nin yönetmen koltuğunda oturduğu ve başrolünde Sandra Bullock ve Channing Tatum’un yer aldığı The Lost City / Kayıp Şehir filmi 25 Mart’ta ülkemizde gösterime girdi. Aksiyon ve define avı soslu bir romantik komedi olan Kayıp Şehir, mutlaka izlenmesi gereken bir film olmasa da, izlendiğinde keyif alınacak bir film.
The Lost City; süper kahraman filmlerinin işgaline uğrayan, hem streaming platformlarının dahil oluşu hem de pandeminin kötü etkileriyle boğuşan sinema salonlarında bir süredir göremediğimiz tarzda bir film. 90’lı yılların romantik komedilerini anımsatıyor. Geçtiğimiz hafta basın gösteriminde izleyene dek filme dair gereksiz bir önyargım da vardı; ne Sandra Bullock ne de Channing Tatum‘un öyle büyük hayranları olmadığımdan filme dair beklentim (İlk Rotten Tomatoes skorları şaşırtsa da) vasat bir komedi aksiyon olacağı yönündeydi. Halbuki The Lost City / Kayıp Şehir yer yer yavaşlayıp kendi ritmini baltalasa da, beni izlerken oldukça eğlendiren bir yapım oldu…
The Lost City / Kayıp Şehir: Konusu
Zeki ama inzivaya çekilmiş yazar Loretta Sage (Sandra Bullock), hayatını kahraman karakter “Dash”i canlandırmaya adamış yakışıklı kapak modeli Alan’ın (Channing Tatum) yer aldığı popüler aşk-macera romanlarında egzotik yerler hakkında yazarak geçirmektedir. Loretta, Alan ile birlikte yeni kitabının tanıtım turnesinde iken, onu son kitabında yer alan antik kayıp şehrin hazinesine götürebileceğini uman eksantrik bir milyarder (Daniel Radcliffe) tarafından kaçırılır. Sadece kitaplarının sayfalarında değil, gerçek hayatta da bir kahraman olabileceğini kanıtlamak isteyen Alan, onu kurtarmak için yola koyulur. Destansı bir orman macerasına atılan bu beklenmedik çiftin, Kayıp Şehir’de hayatta kalmak ve sonsuza dek kaybolmadan önce antik hazineyi bulmak için artık birlikte çalışması gerekmektedir.
The Lost City daha önce herhangi bir filmde izlemediğiniz bir şey anlatmıyor; senaryosu bir şeylerden uyarlama değil, orijinal bir senaryo ama karşımızda yeni bir hikaye yok. Ancak film bu durumun oldukça farkında; kendini olduğundan daha fazla ciddiye almıyor. The Lost City izleyiciye izlediği sırada eğlence vaat ediyor, bunu da yerine getiriyor. Bu eğlenceyi de eski usul romantik komedilere öykünerek sağlıyor; iki uyumsuz kişiyi yalnız başlarına zor bir duruma sokuyor; arkasına yaslanıyor ve manzaranın tadını çıkarıyor.
Kayıp Şehir filmindeki uyumsuz ikilimiz Sandra Bullock ve Channing Tatum. Tam 13 yıl sonra ilk kez bu tür bir filmde yer alsa da Bullock zaten kendi döneminin en önemli romantik komedi oyuncularından biri; Tatum’un da komedi alanında deneyimi mevcut. Bu ikili ilk anda beraber düşünmek oldukça zor, ancak yaş farkına rağmen (Bullock Tatum’dan 16 yaş büyük) aralarında aksi iddia edilemeyecek bir uyum var. Aralarındaki çekim konusunda da, zıtlıklarının komedisi konusunda da beklenilmeyecek seviyede inandırıcılar.
Sandra Bullock‘u eski akademisyen/arkeolog; yeni aşk romanı yazarı Loretta Sage rolünde izliyoruz. Yaptığı işte başarılı olan, ve bu işten hem büyük popülerlik hem de büyük para kazandığı da belli olan Sage; tüm bunlardan oldukça bıkmış görünüyor. (Bir Not: Hem aşk romanı yazıp hitap ettiği kitleyi çok iyi bilirken hem de okuyucusunu bu kadar küçümsemesi oldukça can sıkıcı.) Channing Tatum‘u ise Loretta’nın kitap kapaklarını süsleyen ve kitapların ana kahramanı Dash ile özdeşleşen “Alan” rolünde izliyoruz. Alan, Dash olarak halinden memnun, hayranlara istediklerini vermekte de bir sakınca görmüyor. (Ki ilerleyen zamanda bu konudaki açıklaması da oldukça iyiydi bence). Loretta kitaplarında bahsettiği bir “Kayıp Şehri”, daha doğrusu bu şehirdeki önemli bir hazineyi bulmayı kafaya takmış şımarık bir milyarder tarafından kaçırılınca, Alan biraz da kendini kanıtlama amacıyla Loretta’nın peşine düşüyor. Bu sırada oldukça gizemli eski bir askerden yardım alıyor; bu rolle ilgili hiçbir sürprizi bozmak istemiyorum o yüzden sadece Brad Pitt‘i uzun bir cameoda izlediğimizi söyleyeyim. (Bu rolde kendisine bayıldım, hem karakter hem de tip olarak).
Filmde eksantrik milyarderimiz Abigail Fairfax’i ise Daniel Radcliffe canlandırıyor. Tavırları ve cümleleriyle bazen bir çizgi film kötüsüne dönüşse de (ki bunun da bilinçli yapıldığını düşünüyorum) ben bu rolde Radcliffe’i çok beğendim. Tavırları ve kıyafetleriyle tam bir şık, tuhaf, psikopat kötü adam profili çizmiş.
The Lost City’nin (kendi içinde) en zayıf tarafı bence işin “define avı” kısmına çok fazla eğilmemiş olmaları. Evet orman içinde bir kaçma kovalamaca var, evet edilmeye çalışılan eski bir yazı da var ama bu açıdan çok da zekice bir senaryo yazmaya uğraşmamışlar. Her şey biraz fazla hızlıca bulunup, çözüme ulaşıyor. Hazineye giden o son dönemeçte biraz fazla aksiyonsuz… (Ayrıca CGI olarak oldukça kötü görünüyordu) Bu konu üzerinde biraz daha detaylı ve sürprizli durmalarını beklerdim.
Komedi olarak filmden ne beklemeniz gerektiği fragmanlardan aşağı yukarı belli oluyor, film de bunu veriyor. Özellikle “kurtarma operasyonu” sırasında çok eğlendim.
The Lost City / Kayıp Şehir: Son Söz
The Lost City / Kayıp Şehir tam bir “randevu gecesi” filmi olarak yorumlanabilir. İzlerken iyi vakit geçirilecek, ondan sonra da hemen unutulacak bir romantik komedi. Nereye gittiğini az çok tahmin ettiğiniz bir senaryo, birliktelikleriyle keyif veren oyuncular ve durum komedisi. IMDb puanına yakın olarak benim vereceğim puan da bu film için 10 üzerinden 6.
KAYIP ŞEHİR | Türkçe Alt Yazılı İlk Fragman