The Twelve (De Twaalf), 10 Temmuz’da Netflix’te yayınlanan Belçika yapımı bir dizi. 10 bölümlük dizi bir mahkeme/jüri draması olarak karşımıza çıkıyor.
Polisiye hikayelere, tek mekanda geçen yapımlara, mahkeme/jüri/avukatlık konularına yer veren dizi ve filmlere büyük ilgi duyan birisi olarak “The Twelve” dizisinin ismini görür görmek bu dizi ilgimi çekti ve izlemeye karar verdim.
Konu 12 üyelik bir jüri olunca insanın aklına ister istemez bir klasik olan “12 Angry Men” filmi geliyor. (Her daim güncelliğini koruyan gerçek bir klasik olan bu filmi izlemediyseniz en kısa zamanda izlemenizi tavsiye ederim.) Bir de tabi 12 Angry Men filminden esinlenerek çekilen, çok sevdiğim Veronica Mars 2. sezon bölümü “One Angry Veronica“… Ve yine, eğer bu diziyi de izlemediyseniz, şiddetle tavsiye ediyorum.
Peki; sanık, dava ve mahkeme kadar jüri üyeleri ve onların hikayelerine de odaklanan The Twelve, bahsi geçen yapımlar kadar başarılı mı?
The Twelve – Konusu
Belçika’nın Ghent şehrinde saygın bir okul müdiresi olan Frie Palmers, 2000 yılında en yakın arkadaşı Brechtje Vindevogel’i, 2016 yılında da 2 yaşındaki kendi kızı Roos’u öldürmekle suçlanmaktadır. “The Millennium Trial” yani “Milenyum Davası” adı verilen bu tartışmalı cinayet davası, basından büyük ilgi görmektedir. Bu cinayet davasında Frie Palmers’ın suçlu mu, masum mu olduğuna karar vermesi için 12 normal vatandaş (ve iki yedek) jüri üyesi seçilir. Dava zaman ilerledikçe sadece sanığın yargılandığı değil, jüri üyelerinin de kendilerini yargılayacağı bir dava haline dönüşür.
Her bölümü hikayemizde yer alan karakterlerden birine odaklanan bu diziyi benzer yapımlardan farklı kılan, cinayet davası kadar, jüri üyelerinin hayatlarına da odaklanıyor olması. Toplamda 12 as, 2 yedek olmak üzere 14 jüri üyesi var, bunlardan 6 tanesinin hayatına yakından bakma fırsatımız oluyor. Aslında jüri üyelerinin “kendi hikayesi” derinlemesine ele alınmıyor, onların hayatlarına ve yaşadıklarına göz atma imkanımız oluyor sadece.
The Twelve – Eleştiri
~~ Bundan sonraki kısım SPOILER içeriyor ~~
The Twelve, şüphenin son ana dek devam ettiği, kimin doğru kimin yalan söylediğinden emin olamadığınız, farklı karakterlerin, farklı bakış açılarının, farklı “gerçeklerin” ortaya konduğu, çok fazla şeyin yaşandığı bir yapım. 45 dakikalık 10 bölüm var karşınızda, ilk bölümden itibaren sürükleyici bir yapım.
Frie Palmers karakteri 2 cinayetten suçlanıyor. Birisi 2 yaşındaki kendi öz kızı, diğeri de 2000 yılının ilk gününde şüpheli şekilde kaybolan ve cinayeti hiçbir zaman aydınlatılamamış olan en yakın arkadaşı Brechtje Vindevogel. Davada 2 cinayet bir arada araştırılıyor. Aslına bakarsanız, Frie Palmers’ın gerçekten suçlu ya da suçsuz olmasından bağımsız olarak, böyle bir cinayet davasının görülüyor olması bile şaşırtıcı. Bölümler ilerledikçe ortaya çıktığı üzere, aslında Frie Palmers aleyhinde hiçbir somut delil yok. Bu kadın müebbet hapisle yargılanıyor, hayatını hapiste geçirip geçirmeyeceğine 12 kişilik bir jüri karar verecek ama mahkemeye sunulan tüm deliller 2. delil. Yani anlayacağınız ortada ne bir görgü tanığı var, ne de Frie Palmers’ı bu cinayetlerle ilişkilendirebileceğimiz tek bir fiziki kanıt…
Bu durum, yani aslında ortada sağlam tek bir delil olmaksızın bir insanın 2 cinayetten müebbet ile yargılanıyor olması açıkçası benim için tüyler ürpertici idi. Ve dava ilerledikçe bir insanın nasıl iftiraya uğrayabileceği, polisin soruşturmayı doğru-dürüst yapamamasının nelere mal olabileceği, basının davalar üzerindeki etkisi, yasal zemine oturtulan usulsüzlükler gibi yargı sistemlerimize dair pek çok olumsuzluk ortaya konuyor.
Aslında bu dizi en çok da şu soruyu soruyor: suçlu ya da suçsuz olduğumuza karar verecek jüri üyeleri yargılanan kişiye ve davaya dair tamamen önyargısız olabilir mi? Ya da önyargısız olmaları gerekir mi? Acaba kendi yaşamlarındaki deneyimleri, yani önyargılarına zemin oluşturan yaşanmışlıklar dava ve yargılanan kişi için olumlu etkiye mi, olumsuz etkiye mi sahiptir?
Nitekim dizi boyunca da jüri üyelerinin kendi hayatlarında yaşadıklarının Frie Palmers’ın suçlu ya da suçsuz olduğuna dair verdikleri kararlar üzerine etkileri açık bir şekilde görülüyor. Kendi manipülatif ve kıskanç kocası yüzünden hayatı cehenneme dönen Delphine, Frie’de kendi kocasının özellikleri görüyor ve iki cinayeti de işlediğini düşünüyor. Yalnız ve kimsenin kendisini anlamadığını, ötekileştirildiğini düşünen Arnold içinse Frie Palmers ezilmiş bir kadın bir günah keçisi ve iki cinayetten de suçsuz.
The Twelve, “suçlu mu, değil mi?” sorusuna yanıt aramak kadar, yargı sistemlerinin ne kadar doğru, ne kadar adil çalıştığına dair de sorular sordurtuyor izleyene… Çünkü eldeki delillere bakıldığında ortada bir dava olması bile şaşırtıcı geliyor izleyene. Frie Palmers pekala tamamen suçsuz da olabilir… Aslında bu hikayedeki asıl mağdur kendisi de olabilir. Elimizde sadece Frie Palmers’ın nasıl bir kadın olduğuna dair 3. kişilerin görüşleri, kendisinden nefret eden insanların “Cinayeti o işledi” sözleri ve kesin olmayan deliller var. Bunlar bir kişinin suçlu olup olmadığına karar vermemiz için yeterli midir?
Diziyi izlemeye başlayınca Flemenkçe diline alışmak, isimleri ezberlemek biraz zorluyor seyirciyi açıkçası. Ve iki cinayet davasının mahkemede tartışılma şekli de insanda hikayeye ortadan başlamış hissiyatı doğuruyor. 3 farklı zaman diliminde yaşanan olayları izliyoruz, pek çok farklı karakter ve onların hikayeleri de işleniyor. Ve – final de dahil olmak üzere – her bölüm bir “twist” ile bitiyor.
The Twelve – Oyuncular
Maaike Cafmeyer (Frie Palmers), Koen De Sutter (Marc Vindevogel), Johan Heldenbergh (Stefaan De Munck), Veerle Malschaert (Yannick), Peter Gorissen (Arnold Briers), Maaike Neuville (Delphine Spijkers), Lynn Van Royen (Brechtje Vindevogel), Charlotte De Bruyne (Holly Ceusters).
The Twelve – Son Söz
Diziyi genel olarak beğenmekle beraber, finalin umduğum kadar iyi kotarılmadığını düşünüyorum. Daha iyi, daha sağlam, daha sert bir final olabilirdi. Twist yapmak uğruna, 2. sezona açık bir kapı bırakmak uğruna hikaye ve karakter gelişiminin tersi doğrultuda bir final yapıldı. Daha iyi olabilirdi. Cinayetleri daha net görmek isterdim, havada kalan çok şey oldu – belki de amaç tam olarak buydu; bilemiyorum.
Bazı jüri üyelerinin hikayeleri ana konuyla tamamen alakasız ve sıkıcıydı, o kısımları ileri sarma ihtiyacı hissettim. Keşke sadece bazılarına değil de tüm jüri üyelerinin hayatlarına daha fazla odaklanılsaydı.
Dizideki ikili ilişkiler ve seks bazı açılardan bana anormal geldi. Bu “anormal”lik düşüncesini genel olarak Avrupa dizilerinde hissettiğimi fark ediyorum, bazı davranışları ve motivasyonları anlamakta zorlanıyorum. Belki de tamamen toplumsal/kültürel farklılıklar ile alakalıdır.
Dizi, 2019 yılında Canneseries‘de senaryo yazarları Sanne Nuyens ve Bert Van Dael‘e “En İyi Senaryo” ödülünü kazandırdı.
Dizi vaat ettiğini veren, sıkmadan izlenen, hikaye olarak da oyunculuklar olarak da ortalamanın üzerinde bir yapım. 2. sezonu gelirse mutlaka izlerim. Benim puanım 7,5/10.