Bölüm İncelemesi: Game of Thrones 6×03 “Oathbreaker”

2501
Game of Thrones 6×03 “Oathbreaker”

Son bölümün son sahnesinde Jon Snow gözlerini açmış, ayaklanmaya yüz tutmuş, dizinin en tatlı anında standart olduğu üzere bölüm sonlanmış…

Bendeniz “Bu 1 hafta nasıl geçer?” derken birden kendimi ev taşıma telaşesi içerisinde buldum. Bir yandan arabamı satmışım, diğer yandan zorunlu yıllık izin alarak evi taşımak gerekliliği, evi taşırken iptal edilen fiber internet, yeni evde fiber olmayışından ötürü ADSL teknolojisine geri dönüş farkındalığı, ve fakat sağlayıcının çok da sallamayışı üzerine eve hala kurulamayan internet…

1 haftadır her gün alınan 9 lira = 1 GB internet paketi sebebiyle geleceği öngörülebilen 3 haneli telefon faturası, bir yandan yeni araç alma durumu, noter peşinde koşmalar, ekspertizler vs.vs.vs. Hayatımda yapmadığım üzere 4 bölüm Supernatural 3 bölüm Flash biriktirmişim. İnternet gelse aman sabahlar olmasın yapacağım ama hala 3G hücresel veri üzerinden dünyaya bağlıyım.

Ancak bunlar, Oathbreaker bölümünü izlememe engel olabilir mi? Tabii ki hayır. Kıydım 9 liraya daha, açtım izledim…

Jon Snow reyiz anadan üryan musalla taşından ayağa kalkarken ve 1600 cc hava soluyarak kendine gelmeye çalışırken, Ser Davos ve Melisandre’nin şaşkın bakışlarının verdiği keyif siz de mi daha yoğundur ben de mi bilemedim? Yine ayağa kalkan eski Lord Commander Snow’un Nights Watch’a ihanet eden Ser Allister Thorne ve Olly’nin de içinde bulunduğu saldırgan ekibi darağacına götürmesinin, Snow’un ipi bizzat kendisinin kesmesinin, yağlı urganda sallanan cesetlerin o şişmiş ve pörtlemiş hallerinin bana da sadistçe bir keyif verdiği doğrudur.

Velhasıl tahmin ettiğimiz üzere Jon Snow geri döndü ölümden ve yine tahmin ettiğimiz üzere kırmızı gözlü Ulu Kurt Ghost’un gözlerine bir bakış salık verdi ki bu da muhtemelen Jon’un Ghost içinde saklanmış olabileceğine delalet olabileceği gibi anlamsız da olabilir. Ancak bu aşamada en önemli olan replik yine Melisandre’den geldi, Jon Snow’un dirilmesine ne kadar şaşırdığı ve sevindiği her halinden anlaşılan Kızıl Cadı, Jon’a şöyle  söylüyordu:

“Stannis’in vaat edilen ve beklenen prens olmadığı ortada, ancak birisi olmalıydı…”

08thrones2-master675

İşte aslında baştan beri anlatmaya çalıştığımız olay da bu… Jon Snow ölemezdi çünkü Melisandre Jon’u rüyasında alevler içinde savaşırken gördü ve biz de buna şahit olduk. Vaat edilen ve beklenen prens Azor Ahai… Bu repliklerle Azor Ahai = Jon Snow denklemi artık çok da yalanlanamayacak seviyeye geldi. Ancak dikkat! – yazarların bu durumu bu kadar ayan beyan ortaya salması ve bu kadar çabuk dillendirmesi pek de hayra alamet değil. Ters köşe yapması beni de korkutmuyor değil açıkçası. Ben mutlu sonları seven ve esas oğlan senaryolarına bağlı bir adamım. Jon Snow’un Azor Ahai olmayacağı ters köşesi benim kadar kimseyi üzemez sanırım. O kadarını da yapmasınlar…

Velhasıl kendine suikast düzenleyenleri asan Jon Snow, Nights Watch bünyesinde ölümü tattığı için artık “Yemini Sona Erdi” ve kendini görevden azletti. O artık özgür bir adam… Ve yoluna farklı biçimde devam edeceği ortada…

Peki bölümün en önemli sahneleri bunlar mıydı?

Hayır, hayır, hayır…

Bu bölümün en önemli sahneleri, yine çok önemli bir karakter olacağını önceden dillendirdiğimiz Bran’a ait… Bran, 3 Gözlü Kuzgun’un kanatları altında ağaç içerisindeki bilgelik eğitimine devam ediyor. Rüyaya yatan Warg’ımız, geçmişin gizli kapaklı dehlizlerinde yüzerek gerçeklerle yüzleşiyor.

Hep dizide geçmişteki olaylara nasıl flashbacklerle bağlanıp anlatacaklarını, Rhaegar, Lyanna, Trident Savaşı ve Tower of Joy gibi sekansların ne şekilde hayata geçirileceğini merak etmiştim. Bunun için en mantıklı yöntemi seçip olayı Bran’ın üstüne yıkmaları çok zekice. Ancak söylemeliyim ki bu bölümde özellikle bu flash-backli sahneler için yapılan oyuncu seçimleri de bir o kadar rezaletti.

got-ned-master675

Hemen bu sahneye dönelim…!!!

Bran uykuya dalıyor ve yanında 3 Gözlü Kuzgun yani Bloodraven ile birlikte Tower of Joy’un bulunduğu zamana ve mekana uyanıyorlar. Sahnede bir kule, kulenin önünde 2 muhafız ve oraya çıkarma yapan 6 kişilik genç bir ekip görüyoruz. (Hemen belirtelim, bu sahnenin aslında kitapta 3 kişiye 7 kişi olması gerekiyor. 2 kişilik muhafız ekibinde aslında çok çok önemli bir karakter olan Kings Guard Lord Commander Gerold Hightower eksikti nedense… Bu büyük bir hata olmuş). Söz konusu 2 muhafız; Prens Rhaegar’ın Trident Savaşına gitmeden önce Lyanna’yı korumakla görevlendirdiği isimler: Westeros’un en iyi kılıç ustası ve savaşçısı Ser Arthur Dayne ve yanındaki arkadaşı Ser Oswell Whent.

Çıkarma yapan 6 kişilik ekipte ise en önde kız kardeşi Lyanna’yı kurtarmak için orada bulunan genç Stark Beyi Ned var… Babası ve ağabeyi öldürülen Eddard, daha o yaşta artık Lord Eddard Stark olarak anılıyor ancak sahnede de gördüğümüz üzere fazlasıyla genç, toy ve ergen tipli bir genç kullanılmış. Yanındaki 5 kişiden ise en önemli olan, hatta tek önemli olan kişi Howland Reed. Reed, Bran ile yola çıkan kardeşler Meera ve Jojen’in babası aynı zamanda…

Sahnede Ned’in özellikle gücün simgesi olan Ser Arthur Dayne ile muhatap olduğunu, onu savaş alanında görmediği için hayal kırıklığına uğradığını belirttiğini görüyoruz. Bran ve Stark gençleri geçmişte babalarından yani Ned Stark’tan Ser Arthur Dayne’i nasıl yendiğini anlattığını öğreniyoruz. Ancak hikaye inandırıcı değil gibi… Zira Ser Arthur Dayne, kendi zamanının en büyük kılıç üstadı olarak biliniyor. Bran’ın da hayallerinde şahit olduğu üzere aslında Ser Arthur Dayne, tek başına kalmasına rağmen Stark ve yanındakileri tek tek yere seriyor, ancak Howland Reed’in arkadan saldırarak ensesine sapladığı kılıçla can veriyor. Burada aslında Ned Stark’ın Arthur Dayne’i öldürdüğünü ya da yendiğini söyleyerek yalan söylemiş olduğuna şahit oluyoruz ki, belki de bunun stratejik bir sebebi vardı, adını ve gücünü yaymak için bu gerekliydi…