Karanlıkta, dar sokaklar boyunca ilerleyen at arabası en sonunda şehrin keşmekeşinden sıyrılmış; uçsuz bucaksız görünen doğanın içine sanki doğayı bozmaktan korkarak yapılmış gibi duran toprak yola sapmıştı.
At, arada bir huysuzlansa da; yaklaşık bir saati aşan yolculuk nihayete erdiğinde ufak bir ışık huzmesi haricinde hiçbir yaşam belirtisi olmayan, bir arazinin tam ortasına inşa edilmiş iki katlı taş eve varmıştı at arabası. Arabacı, mahmuzlara yüklenip atı durdurduktan sonra inip kapıyı açtı.
Arabadan, o saatte o izbe arazide ne işi olduğu düşünülecek kadar güzel ve güzel olduğu kadar da zengin olduğu belli olan bir kadın indi. Kadın, arabacıya beklemesini söyleyip bir miktar da bahşiş bıraktıktan sonra tüyler ürpertici bir şekilde konumlanmış olan eve yürümeye başlamıştı. Kapıyı çalıp birkaç adım geri çekilmişti ki, kapı tüm ağırlığına ters bir şekilde olabildiğince hızlı açıldı.
Kapının arkasından, kıvırcık saçları ve gecenin o saatine rağmen hayat dolu bakışlarıyla bir yüz belirdi. Bu yüz, Dr. Henry Morgan’dan başkası değildi.
Genç kadın, Morgan’ın yüzünü görünce bariz bir şekilde rahatlamışa benziyordu.
“Doktor, size acilen danışmam gereken bir mesele var!”
Ardından, müsait olup olmadığını dahi sormadan kapıdan içeri girmişti… Dr. Henry Morgan ise, pek sık ziyaretçi gelmeyen ıssız eve bir anda gelen ve davet edilmeden içeri giren güzel kadının kendisinde uyandırdığı şaşkınlık hissiyle kapattı kapısını…
*
Kadının anlatacakları bitince, Henry Morgan hem çalışma odası olarak kullandığı hem de misafirlerini ağırladığı geniş odadaki rahat koltuğuna biraz daha gömüldü. Kadının anlattıkları, o kadar klasik bir hikayeydi ki; ters köşe son beklemişse de böyle bir şey olmamıştı.
Yıllar önce kendisinden yaşça çok büyük ve zengin bir adamla evlenmişti kadın. Kendi ailesi dahil herkes adamla para için evlendiğini düşünmüşse de, çok güzel geçen yıllarının ardından birkaç hafta önce kocasını aniden kaybetmişti. Haliyle, tüm gözler de kadının üstüne çevrilmişti. Dahası, Scotland Yard müfettişleri de hatırı sayılır bir insan olan merhum koca için bir soruşturma başlatmış; bu soruşturmada oklar tamamen genç kadına yönelmişti.
Dr. Henry Morgan, ihtisas alanının esasında cinayetler olmadığını söylemek için öne doğru eğilecekken kadın tarafından susturuldu.
“Biliyorum, sizin alanınız değil… Ama bir zehirlenme söz konusu. Ben de sizden daha bilgili birisini bulamayacağımı düşünüyorum.”
Gülümseyerek koltuğuna geri yaslanan ev sahibi, masada yanarken arada bir titreyen gaz lambasının ışığından destek alarak kadının adresini not etti. Zehirlenme, o yıllarda o kadar revaçtaydı ki; hikaye bayağılıktan dökülüyordu. Yine de bütün nezaketi ve güler yüzüyle kadını uğurlamıştı. Adresi yazdığı kağıda son bir kez baktıktan sonra oturduğu koltukta sızıp kaldı…
Aradan günler geçmiş, eli hâlâ masanın üstünde duran adrese gitmemişti. Venedikli bir tacirden aldığı formülle bazı testler yaparken kendi kanını kullanmaktan vazgeçme aşamasına geldiğinde çok bunaldığını fark etti. Gözü masadaki adrese takılınca, deneylerine ara vermenin zamanının geldiğini anlamıştı.
Uzun süredir, oldukça uzun, ölmüyordu Henry Morgan. Başta bu durum çok eğlenceli gelmişti ancak artık, o kadar çok şey yaşamıştı ki… 1900’lü yılların başında artık ölmeyi ister olmuştu. Bunun için sondan başa doğru gitmeliydi: Neden ölmediğini bulursa, nasıl öleceğini de bulabilirdi.
Yıllar önce Londra’da bir pub’da tanıştığı Venedikli bir tacirle aradan geçen zaman boyunca ahbaplığını ilerletmiş, Çin’e ve Hindistan’a sık sık sefer düzenleyen bu tacirin bazen ağzını arar olmuştu. Hindistan’da ölümsüzlük üzerine çalışmalar yapılıyor muydu? Çin’in el yazması kitaplarında ölüm hakkında bazı kaynaklar var mıydı?
En sonunda aradığı haber, farklı bir coğrafyadan gelmişti. Norveç’te yaşanan bir yağma olayı sırasında bir kitaplığın el yazması pek çok eserini gemiye kaçıran Venedikli tacir, elbette Henry Morgan bu yağma olayını kurcalamamıştı, tam da doktorun ihtiyacı olabilecek bir kitabı bulduğunu müjdelemişti son konuşmalarında.
Bu kitapta, gizemli pek çok formül vardı ve ölümsüzlük değil belki ama, hayatı uzatma üzerine bir deney yapıldığı not edilmişti. İlk olarak, kitabın dilini çözmesi gerekiyordu Henry Morgan’ın ve ah, Venedikli tacir o kadar ketumdu ki; bu dilin hangi kadim dil olduğunu bulması bile aylar sürmüştü. En sonunda Morgan, bu dilin eski bir Afgan toplumu olan Baktriyalılara ait olduğunu çözebilmişti. Kitabın nasıl olup da böyle bir yolculuk yaşadığı ise, kitabın kendisi kadar muamma kalmıştı.
En nihayetinde, kitabı Persli bir tüccara ciddi bir ödeme yaparak çözümletip; üzerinde çalışmaya başlamıştı Henry Morgan. Çalışmaları tıkanma noktasına gelince, karşısına çıkan bu vaka üzerine biraz kafa yorup dikkatini tekrar ölüm üzerindeki deneyine yoğunlaştırmaya karar vermişti.
Birkaç kilometre uzakta oturan ihtiyar seyisin çiftliğine yürüyüp, adamdan rica minnet kendisini şehir merkezine bırakmaya ikna edebilmişti. Tabii bunda, normalin iki katı ödemeyi teklif ettiği ücretin de etkisi vardı illa ki…
Yol bitip de, aylar sonra ilk kez şehir merkezine indiğinde; Henry Morgan’ı bir sürpriz bekliyordu: Felaket bir yağmur! Hazırlıksız yakalanmanın öfkesiyle, sırılsıklam bir hâlde kapıyı çaldığında kapıyı bir hizmetçi açmıştı. Yabancı birisini görünce eliyle kendisini koruma güdüsüyle vücudunu kapatıp kendisini geriye ittiren kıpkırmızı bir çift göz ona odaklandığında başta bocalasa da, niçin geldiğini tane tane anlatıp görüşmek istediği kadından bahsetti ihtiyar delikanlı.
Hizmetçi, karşısındaki misafirin talebini duyar duymaz kırmızı gözlerini daha da kızıla çevirme pahasına hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Henry Morgan duygusuz görünmeyi umursamadan, ağlayan kadına neyi olduğunu ısrarla sormaya başlamıştı ki hizmetçi kadın sanki sorumlusu karşısındaki adammış gibi bağırdı:
“Hanımefendi, dün hayatını kaybetti!”
Bağırır bağırmaz da eliyle ağzını kapatıp, aldığı terbiye gereği özürler dilemeye ve bir kenara çekilip eve buyur etmeye başlamıştı misafiri. Henry ise, saçaktan üstüne başına süzülen yağmur suyuna aldırış edemeden; bomboş bakışlarla öylece kalakalmıştı.
Yavaşça içeri girdiğinde hizmetçi kadın kapının arkasından bir havlu uzatıp misafirin kendisini kurulamasını sağlamıştı. Gelenin kim olduğunu öğrendiğinde, ellerini birbirine vurup yüzünü kapatmıştı. Neden sonra kendisine geldiğinde, doktorun gözlerine bakarak konuştu:
“Son nefesine kadar sizi sayıklamıştı!”
*
Genç hizmetçinin anlattıkları, sık sık ağlama krizleriyle kesilse de Henry Morgan kadını iyice dinlemişti. Önce evin beyefendisi hayatını kaybetmiş, ki hizmetçi bunun bir intihar olduğunu düşünüyordu, ardından evin hanımı çok büyük bir keder içine girmişti. Nitekim bir gün önce yatağında ölü bulunmuştu.
Bütün bu anlatım esnasında hizmetçinin ağlaması o kadar büyük bir boyut almıştı ki, istifra etmesi an meselesiydi! Henry Morgan, kadının anlatımı bitince sağa sola bakınmak için müsaade istemişti. Genç kadının, şaşırarak sarf ettiği “Siz doktor değil miydiniz?” sorusunu bıyık altından gülümseyen Henry Morgan; “Evet ama, etrafa bir bakınmam da problem olmayacaktır sanırım?” diye karşıladı.
Hizmetçi, yüzünü gözünü bir peçeteye kuruladıktan sonra adamın arkasından seğirtmeye başlamıştı. Yaşlı adamın çalışma odası, oldukça derli topluydu. Ancak genç kadının iddiası; Scotland Yard’dan gelen iki dedektifin incelemesi sonrası onların komutlarına göre hiçbir şeyi atmadan ortalığı toparladığı yönündeydi.
Genç kadın konuşup dururken Henry Morgan, ansızın göçüp giden yaşlı adamın çalışma masasına göz atıyordu. Bir avukattan gelen mektuba denk gelince duraksamış, başka yöne bakıyormuş gibi yapsa da göz ucuyla mektubu okumaya koyulmuştu.
Mektupta, vasiyetnamesini değiştirmek istediğini yazmış olacak ki; avukatın gönderdiği cevap mektubunda talebini işleme koyduğu yazılıydı. Hafifçe yaslanmak için yapıyormuş gibi masanın üzerindeki bazı kağıtları ittirdiğinde avukatın mektubunun tamamı açığa çıkmıştı. Talebi doğrultusunda, kendisinin ölümü halinde tüm malvarlığının sadece doğacak çocuğuna bırakılacağını yazmıştı avukat.
Henry Morgan, etrafa bakınıp yüzlerce el yazması kitap arasında kendisindeki gibi bir Baktriya kitabı olup olmadığına göz gezdirirken mırıldandı:
“Hanımefendi, çocuk mu bekliyordu?”
Bu soru üzerine hizmetçi duraksamış, yüzü allak bullak olmuştu.
“Bildiğim kadarıyla hayır… Niye böyle düşündünüz?”
Henry, eliyle alelade bir işaret yaptıktan sonra yaslandığı masadan kalkmış; hizmetçiye dönmüştü.
“Peki, siz neden beyefendinin intihar ettiğini düşündünüz?”
Hizmetçi, bir eliyle diğerini ovuşturup; dalgınca konuştu.
“Yani… Bilmem! En son, kendi doktoru Steve McKlaman geldiğinde ondan bazı ilaçlar istemiş. Doktor ilaçları getirdiğinde evde yoklardı, ben de ilaçları teslim aldıktan sonra şöyle bir bakınmıştım. Yüksek dozlu ilaçlardı ve… bilinçsizce kullanıldığında…”
Kadının teklemesi üzerine, Henry Morgan çalışma odasından dışarıya yönelip konuşmayı kendisi devraldı.
“Bilinçsizce kullanıldığında insanı öldürebilirdi, değil mi?”
Bu soru üzerine hizmetçi iyice allak bullak olmuştu.
“Hanımefendi dün hayatını kaybetmiş ama ev bugün çok boş… Niye?”
Odalar arasında gezinirken büyükçe bir yatak odasına gelince durmuştu Henry Morgan. Eliyle içeri gireceğini işaret ettiğinde hizmetçi birkaç dakikalığına ortadan kaybolmuştu. Eski tarz dolaplar, içinde bir sürü lüks kıyafetler saklıyordu. Geniş ve etrafı tül örtülü yatağa baktığında, “Huzurla ölmek için ne güzel bir yer…” diye geçirdi içinden.
Ölmek, ne kadar huzurlu olabilirdi ki?
Tül örtü, yatağı komple kapatıyordu. Bazı yerleri eksik takılmış olduğu için ufak tefek kırışmalar gözleniyordu. Bunu fark ettiğinde yatağın yanındaki ahşap, küçük çekmecelere bakarak duraksadı. Birisinin üstünde hâlâ bir bardak su duruyordu. Su bardağının üzeri, bir cam ustasının elinin değdiği belli olurcasına çok güzel figürlerle işlenmişti. Bardağı eline alıp dışarıdan gelen bir miktar güneş ışığına doğru tutup bardağın üzerindeki figürleri incelerken bir gölge düştü bardağın üzerine. O an, kapı açılırken kendisini geri çekme refleksiyle eliyle karnını tutan; ağlarken de öğürme sekansı yaşayan hizmetçiyi düşündü Henry Morgan.
Doğacak olan çocuğu düşününce, bütün bu hareketler bir anlam kazanmıştı. Su bardağının üzerinde, el ele tutuşmuş çocuklar vardı ve üzerlerine düşen gölge gittikçe büyüyordu.
Arkasını bir anda döndüğünde, kendisine doğru yaklaşan hizmetçiyi gördü. Elindeki bardak yere düşüp birkaç parçaya ayrılırken, hizmetçinin elindeki ince uzun, sivri uçlu demir çubuk tam karnının altına saplanmıştı. Yatağın üstüne düşerken, yatağın etrafındaki tül örtüleri de çekmiş; kendi üzerine düşürmüştü.
Gözünde canlanan sahneler eşliğinde, daha önce defalarca yaşadığı hissi duyumsamaya başladı.
Tutup çektiği tül örtüde, başka birisinin izleri de vardı: Hizmetçinin. Yatağa ittirilen kadının güç belâ tutunduğu tül örtülerin kendi üzerine düşmesi; akabinde bir ağırlığın da üzerine çökmesi belirdi gözlerinde Henry Morgan’ın.
Bir tecavüz anısına, istemsizce dahil oluvermişti böylece.
Gözlerini bir suyun içinde açana dek, görüntüler peşi sıra hücum etmişti beynine… Hizmetçinin, hamilelik aşaması sonrası duyduğu derin kin; Henry Morgan’ın pek de alışık olmadığı bir duyguydu. Bununla beraber, sonrasındaki intikam güdüsü de cabası…
Evinin önünde çırılçıplak bir şekilde sudan fırlayıp üzerine bir şeyler geçirmeye giderken gözü çalışma odasındaki tahtasına takıldı. Vücut kütlesine oranla hazırlanan bir formülü uygulamaya çalışıyordu ama neyi unutmuştu? Daha giyinemeden, tahtadaki bazı rakamlara gözü çarpınca dayanamadı; vücuduna baştan aşağı baktı. Aşağıya kadar eğdiği bakışları, formülü kafasında oturtmuştu: Kitaptaki çözüm, bir kadın için hazırlanmıştı. Erkek için, farklı bir bileşen kullanılmalıydı!
Gülümseyerek tahtaya doğru yürüyecekken, hâlâ çıplak olduğunu anımsadı. Üstüne bir havlu geçirip, ilk olarak Scotland Yard’daki dostunu arayıp peş peşe ‘intihar eden’ zengin ailenin gizemini aydınlatma konusunda yardımlarını esirgememeye karar verdi.
Formül bekleyebilirdi.