Bazı müzik insanları sadece yazdıkları sözler veya yaptıkları bestelerle değil, duruşları ve tarzlarıyla da toplumları etkisi altına almayı başarıyor. İşte David Bowie de onlardan bir tanesi. 16 yaşında başladığı profesyonel kariyerinde müziğiyle, kıyafetleriyle, sahne şovlarıyla ve hatta yarattığı kişiliklerle sadece dinleyicileri değil birçok müzisyeni etkilemiş bir insan. Hatta belki de insanüstü bir varlık. Ki onu sadece bir müzisyen olarak tanımlamak da yanlış olur. Resimden heykele, yazıdan sinemaya neredeyse sanatın her dalında bir David Bowie dokunuşu var. Mesela sinema… Hem kendisinin hem de şarkılarının ilham olduğu filmler bir yana, oyunculuğuyla da kendi sınırlarını zorlamaya devam eden bir sanatçı. Ve yaptıklarıyla her daim zamanın bir adım ötesinde. İşte bu efsanevi ismin hem hayat hem de müzikal yolculuğu Brett Morgen imzasını taşıyan bir filmle karşımıza çıkıyor: Moonage Daydream.
Film, David Bowie’nin daha önce görülmemiş kişisel arşiv görüntülerine ve performanslarına da yer vererek sanatçının müzikal yolculuğuna bir ışık tutuyor. Ve hayatına dair bilinmeyenleri de gözler önüne seriyor. Ama en önemlisi bu filmle David Bowie için hayatın anlamına kulak vermiş oluyoruz. “Hayattaki hiçbir günü israf etmeyin” diyen Bowie’nin müziği ve kendisi için yaptığı keşif yolculukları ise bir o kadar etkileyici.
Röportajları ve ses kayıtlarıyla bir nevi filminin anlatıcısı haline dönüşen Bowie, bizlere adım adım kariyerini anlatıyor diyebiliriz. Müziğin yanı sıra sinema, resim ve heykel de onun için bir o kadar önemli. Filmin bazı bölümlerinde çocukluğunu, ailesini ve tabii ki iç dünyasını da keşfediyoruz. Röportajlarda ailesine dair yaptığı konuşmalarda ise aslında onun ne kadar hassas ve kırılgan olduğunu hissedebiliyorsunuz.
David Bowie’ye dair bu filmde öğrendiğimiz en önemli şeylerden biri ise ne kadar başarılı olursa olsun hep bir arayış içinde olduğu. Mesela müziğine dair arayışlarda Bowie’yi kimi zaman Los Angeles’ta, kimi zaman Berlin’de görüyoruz. Hem kendisini hem de müziğini yenilemek için gittiği Batı Berlin macerası ise bir o kadar etkileyici. Ki filmin bu bölümünde Brian Eno’yla yaptığı çalışmaların sonucu ortaya çıkan Heroes da arzı endam ediyor.
Tabii biraz da Moonage Daydream’in yapım aşamasına değinmek gerek. Robert Evans, Kurt Cobain ve Jane Goodall gibi isimlere belgesel-filmler ortaya çıkaran Amerikalı yönetmen Brett Morgen, 2017 yılında bu film üzerine çalışmaya başlamış. David Bowie’nin geride bıraktığı mirasının içinden 5 milyonun üzerinde belge, video, kayıtlar ve daha fazlası Morgen’e sunulmuş. Ve bunların içinde daha önceden hiç gün yüzüne çıkmamış çizimler, kayıtlar, filmler ve günlükler de var. Morgen dört yıldan uzun süren bir aşamada filmi toparlayarak, 18 ay boyunca da ses, animasyon ve izlerken kapılıp gideceğiniz renkleri tasarlamakla geçirmiş. Sonuçta iyi bir iş ortaya çıkarırken sadece para değil, zamanın da ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha fark etmiş oluyoruz. Ve tabii müzikler. Film için Bowie’nin uzun süre işbirliği yaptığı arkadaşı ve müzik yapımcısı Tony Visconti ile Oscar ödüllü ses miksçisi Paul Massey’den (Bohemian Rhapsody) oluşan ses ekibi, sanatçının orijinal müziklerini remiksleyerek sinema ortamına dönüştürmeyi başarmış.
Moonage Daydream’i izlemek için bir David Bowie hayranı olmak zorunda değilsiniz. (Ki birçok hayranı bile kendisi hakkında bilinmeyenleri bu filmle öğrenmiş olacak.) Müziği seven herkes insanlığa ilham kaynağı olmuş sanatçının görsel olarak da farklı bir yolculuğa çıkaracak bu filmini bir şekilde fırsat yaratıp izlemeli. Sadece yaptıklarından etkilenmeyecek, söylemleriyle kendi hayatınıza da bir şeyler katacaksınız. Ve bir David Bowie parçası mutlaka bünyenize işleyecek. Benim bünyeme işleyen Space Oddity oldu, bakalım sizinki hangisi olacak. 16 Eylül’de ülkemizde de gösterime giren Moonage Daydream’i gözden kaçırmayın.