The Flash verdiği kısa tatil molasının ardından geçtiğimiz salı akşamı The CW ekranlarına geri döndü.
Açıkçası ben dizinin verdiği aradan dönüşünü arkadaşımın The Flash’ın son bölümünü izledin mi, Trajectory‘u ne biçim işlemişler öyle serzenişiyle hatırladım. 18 Mart’ta Daredevil başladı, 24 Nisan’da Game of Thrones başlayacak ve tam 1 ay önceden biletimi hazır ettiğim Batman v Superman ise 25 Mart Cuma nihayet vizyona giriyor. Eh, bu değişkenler de bir araya gelince haliyle ne The Flash’ı hatırladım ne de verdiği arayı.. Artık biraz geç de olsa bilgisayarın başına oturup diziyi sıkıcı bir muhasebe dersinden kaytarmak için kullandım.
Bu bölümün açıkçası fragmanına falan bakmamıştım o yüzden Trajectory‘i görünce ne yalan söyleyeyim biraz şaşırdım. Çünkü kendisi hem çok çok yeni bir karakter olmakla -2006 menşeli- birlikte neredeyse çizgi romanlarda hiç bahsi geçmeyen bir karakter. Ben kendisini ilk olarak DC’nin büyük eventlerinden biri olan “52” hikayesinde okumuştum. Zaten ilk ortaya çıkışı da bu hikaye örgüsünde olmuştu.
Elizabeth Harmon, Lex Luthor’un ürettiği “Sharp” adında, kullanan kişiye süper hız gücü veren bir uyuşturucu-ilaç karışımı ile güçlerine kavuşuyordu. Zaten karakter olarak da aynı Wally West gibi speedsterlara aşırı bir hayranlığı bulunan biriydi. 52’nin ilerideki sayılarında da yanlış hatırlamıyorsam eğer villainın tekiyle -adını unuttum- ile olan savaşında ölüyordu. Bu bölümde de kendisini öldürmeleri zaten bölüm için alınmış bir karar değildir. Hem karakterin hikayesine bir atıfta bulunmuş oldular böylece hem de Zoom hikayesi hafiften seyirciyi sıkmaya başladığı için hafif bir kafa dağıtma bölümü yaparak harcamış oldular karakteri. Şahsen gayet yerinde alınmış bir karar olduğunu düşünüyorum. Karakterin orijin hikayesi dahi bu bölüm için biçilmiş kaftandı. Her neyse, 52 hikayesindeki ölümünden sonra da okuduğum hiç bir sayıda rastlamadım kendisine. Belki tekrardan B sınıfı dergilerde çıkmış olabilir, orasını bilemeyeceğim. Baya bir çizgi romanda ki karakter hakkında konuştuk, şimdi de The CW versiyonuna bir göz atalım.
Klasik olarak önceliğimi kostümüne vereceğim. Kostümü çizgi romanlardan hayli farklıydı. Lakin burada tutup da Trajectory gibi bir karakter için “Kostümünü neden daha iyi yapamadınız!” ve ya “Çizgi romana neden bağlı kalmadınız!” diye eleştiremem ve eleştirmem de. Sonuçta bu Batman değil, Wonder Woman değil. B sınıfı ile C sınıfı arasında sıkışmış bir geçiş karakteri. O yüzden kostümü gayet olması gerektiği gibi olmuş bu bölümde. Bunun haricinde de güçlerinin doğuş hikayesinde çizgi romana bağlı kalınmış, bu güzel bir detaydı bence. Sonuçta ne kadar isimleri farlı olsa da çizgi romanda da bir ilaç yardımıyla güçlerine kavuşuyordu, dizide de bu detayı değiştirmemişler. En yukarıda da bahsettiğim üzere bu bölümün bence asıl mahiyeti “Zoom vs. The Flash” ve “Maskenin altında kim var?” hikayelerinden hafiften sıkılmaya başlayan seyirci için bir kafa dağıtmaydı ki Trajectory‘da zaten biçilmiş kaftandı bu bölüm için. Kısaca, Trajectory ile gayet iyi iş çıkarılmış.
Ek olarak The Flash ve gücü hakkında da bir şeyler söylemek istiyorum. Genel olarak bölüm altına yapılan yorumlarda izleyiciler tarafından Flash’ın dayak yemesi çok eleştiriliyor. Lakin burada üstüne parmak basmam gereken nokta var, The Flash’ın güçlerini öğrenme sürecinin ağır işlenmesi dizi senaristleri ve yönetmen tarafından verilmiş bir karar değil. Açıklamam gerekirse eğer; Mesela 2011 yılında DC evrenin de başlamış bir reboot olan New 52 isim değiştirerek 2014 yılının sonlarına doğru DCYOU‘ya evrildi ve önümüzde ki bir kaç ay sonra da bu tüm bir era dergiler 52. sayılarına ulaşınca sonlanacak. İşin The Flash boyutuna bakacak olursak eğer, 52 sayı, 5 yıl devam eden bu hikaye süreci boyunca dahi Barry “Daha güçlerim ve kökeni hakkında yeterli bilgi sahibi değilim. Hatta güçlerimin üzerinde bir kontrolüm var mı onu da bilmiyorum” mahiyetinde sözler sarf etmişti. Bu 5 yıllık dönem boyunca dahi tam kapasitesine ulaşamayan ve speedforce hakkındaki gizemleri çözemeyen Flash’ın 2 sezonda bunu halletmesi zaten saçma olurdu. Hele ki sadece Speedforce hakkında uzmanlaşmaya çalışan profesörlerin dahi olduğunu hesaba katarsak, bu gücün ne kadar kaotik olduğunu eminim kolaylıkla anlayabiliriz. O yüzden benim tavsiyem şimdilik bırakın dayak yesin kahramanımız. İleride bu durum eninde sonunda değişecektir.
Son olarak ise The Flash ile doğrudan alakalı olmayan fakat genel çizgi roman uyarlamaları ile alakalı eklemek istediğim bir şey var. Mesela herkes zaman zaman izlediği filmlerdeki veya dizilerdeki savaş sahneleri hakkında “Falanca kahraman şunu yaparken falanca kötü neden orada ağaç gibi dikiliyor da kaçmıyor?” veya “E bu adam şu hazırlığı yaparken kötü karakter ne yapıyordu?” tarzında serzenişte bulunmuştur. İşte aynı olayda bölümün sahnesi olan köprüdeki savaşta yaşandı. Flash köprüyü atlamak için 1-2 saniyelik bir hazırlık yaparken ve köprüyü atlarken harcadığı minimum 1 saniyelik zaman diliminde Trajectory neden kaçmadı? Bunun yanıtı pekala dövüşmek için Flash’ı bekliyordu olabilir ama sonuca baktığımız zaman resmen kendisini bile bile lades yaptı. Bence bu ve bunun türevi bütün sahneler çizgi romandaki panel kullanımlarından kaynaklanıyor. Çizgi romanlarda ki hemen sol panele kahramanın hazırlığını, sağ panele hareketini ve sol alt panele de ikilinin dövüşlerini yansıttıkları zaman okuyucuya bu 1 saniyede gerçekleşti ve bitti gibi geldiği için sırıtmaz. Ama iş dizi ve filmlere geldiğinde zaman kavramı bazen çok fazla göze batabiliyor. Mesela son bir örnek daha vereyim; Örümcek Adam… Kötü adamlar ile savaşırken sürekli olarak dalga geçen ve espri yapan bir karakter. Çizgi romanlarda pekala bir dövüş sahnesinde iki balon çıkartarak bir espri de yazabilirsiniz, ufak çaplı bir destan da yazabilirsiniz. Ama filmlerine baktığımız zaman kavgalarında bırakın espri yaptığını konuştuğunu bile zor görürüz. Bunun nedeni de dediğim gibi zaman kavramın filmlerde ve dizilerde inelastik olmasından kaynaklanıyor. Dur şu dövüşü bir durdurayım da espri yapayım mantığı olmuyor film ve dizi uyarlamalarında. -Tabii ki burada Deadpool gibi 4. duvarı kıran bir karakteri es geçmek zorundayım. O biraz istisna oluyor-
Şimdi de bölümde kayda değer bir gelişme olarak görüdüğüm Jesse’nin V9 aldığı sahne var. Kendisinin diziye katılacağı açıklandığı andan itibaren bütün okuyucular karakterin Jesse Quick’e dönüşeceğini biliyorlardı. Bence bu bölümdeki V9 sahnesi de karakterin Jesse Quick’e evrilmesinde atılan ilk adım oldu.
İkinci olarak ise, tabii ki Zoom’dan bahsedeceğim. Sonunda tüm ekip Cisco’nun görüsüyle beraber Zoom’un Jay Garrick olduğunu öğrendiler. Burada benim getirmek istediğim eleştiri sadece Jay Garrick karakterinin harcanması. Tüm zamanların ilk Flash’ı olan Garrick’i Zoom gibi bir kötüyle izleyiciye sunmak bence biraz karaktere hareket gibi olmuş. Lakin bunun haricindeki tüm kurgu kesinlikle güzeldi. Barry’nin artık çok ciddi güven sorunları oluşmaya başlayacak gibi bu bölümden sonra. Herif kime güvendiyse resmen arkasından bıçaklandılar. Eğer senaristler bu değişkenleri iyi bir oranda kullanıp, hem hikayenin hem de karakterin derinliğini arttırabilirlerse süper. Ama tutupta bizi 3-4 bölüm önce olduğu gibi aşırı yoğun duygusal sahnelerle ve dramalar ile boğarlarsa da kötü olur. Şu son bir kaç bölümdür dizi çok efsane olmasa dahi gayet tadında ilerliyor. Hele ki haftaya çıkacak olan Supergirl crossover bölümü ile iyice The Flash’a doyacakken umarım bu çizginin dışına çıkmazlar.
Herkese bu cuma BvS’de iyi seyirler!
Takipte kalın !