The New Look: Dior’la Modaya Yeni Bir Bakış  

157
Ben Mendelsohn and Zabou Breitman in "The New Look," now streaming on Apple TV+.

Kimi zaman gelir, birileri ortaya çıkar, bir şeyler yaratır. Ve bu yarattıkları sadece öncü olmaz, yıllara uzanacak bir ilham kaynağına dönüşür. İşte Fransız modacı Christian Dior da bu kategoriye giren isimlerden bir tanesi. 2. Dünya Savaşı yıllarının getirdiği yıkım ve acılarla birlikte kendi adını taşıyan moda evini kuran ve New Look adını verdiği koleksiyonuyla modaya yeni bir bakış sunan Christian Dior, 2024 yılında bir seriye de ilham kaynağı oluyor. The New Look adını taşıyan bu yeni seri, Dior Modaevi’nin kuruluşuna giden yolda yaşananları anlatırken paralel şekilde Coco Chanel’in hayatına da bir bakış sunmakta. Ve tabii moda dünyasındaki birçok ismin ilk dönemleri de bu hikâyenin içinde.

1943, 2. Dünya Savaşı yılları. Paris, Nazi işgalinin üçüncü yılında. İnsanların karneyle yiyecek temin etmeye çalıştığı günlerde Christian Dior, Lucien Lelong’un modaevinde çalışırken kardeşi Catherine ise direnişçilerin arasında yer alarak elinden gelen her türlü desteği vermeye çalışıyor. Bu arada Coco Chanel ise Nazilerin eline esir düşen yeğeni André’yi kurtarma peşinde. Bir tarafta para kazanabilmek için gönülsüzce tasarımlar üretmeye çalışan Christian Dior ve tasarımcı arkadaşları, diğer tarafta yeğenine yapılan iyilik karşılığında Nazilerle iş birliği yapma yoluna giren Coco Chanel. Ve denize düşen yılana sarılır misali, modaevini halihazırdaki ortaklarından da kurtarmak için harekete geçmekten eksik kalmayan, Nazilerin cirit attığı Ritz’de, güzel süitinde hayatını sürdüren Coco Chanel. Savaşın acımasızlığını kardeşi Catherine’in toplama kampına gönderilmesiyle daha da fazla hisseden Christian, bir umut ona sağ salim yeniden kavuşma arzusunda. Coco ise kız kardeşi gibi gördüğü yakın arkadaşı Elsa’yla birlikte savaşın seyrini değiştirebilmek için Churchill’e ulaşma peşinde. Bu iki farklı hayat akıp giderken birkaç yıl içinde savaş bitecek, Christian Dior kendi adını taşıyan modaevini hayata geçirecek ve modada bir devrim yaratacaktır. Ama nasıl?

Todd Kessler’ın (Damages, Bloodline) elinden çıkan dizi Ben Mendelsohn’ı Christian Dior rolünde karşımıza çıkarıyor. Coco Chanel rolünde ise kusursuz bir performansla Juliette Binoche’u izliyoruz. Maisie Williams Catherine Dior rolünü üstlenirken, John Malkovich Lucien Lelong rolünde yer almakta. Claes Bang, Coco Chanel’le yakın ilişki içinde olan Alman ajanı Hans Von Dincklage namı diğer Spatz rolünde. Emily Mortimer, Coco’nun yakın arkadaşı Elsa rolüyle kadroda yer alırken, Glenn Close Harper’s Bazaar dergisinin o dönemdeki genel yayın yönetmeni Carmel Snow’a hayat veriyor.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: 2024 Yılında İzlemeyi Sabırsızlıkla Beklediğimiz 20 Yeni Dizi

Apple TV+’ın bu seneki iddialı dizilerinden The New Look, Dior ve Chanel gibi modanın ikonlaşmış isimlerini merkezine alıyor olsa da ağırlıklı olarak onların üzerinden 2. Dünya Savaşı’na bir bakış sunuyor. Savaşın bitimine iki yıl kala, Nazilerin işgali altındaki Paris’te tedirginlik ve sefalet şehrin dört bir yanında. Christian, para kazanabilmek için isteksizce de olsa tasarım yapmaya devam ediyor fakat direnişçiler arasında yer alan kız kardeşi Catherine’nin Naziler tarafından yakalanıp toplama kampına gönderilmesi savaşın acı etkisini daha da fazla hissetmesine neden oluyor. Dizinin en etkileyici anlarından biri, savaş sonrası kamplarda hayatta kalan insanların evlerine dönüşüydü. Ellerinde leylaklarla bir umut sevdiklerinin o kapıdan çıkmasını bekleyen insanlar, izleyenlere bir kez daha ne kadar yıkıcı ve hüzün dolu zamanların yaşandığını gösteriyor diyebilirim. (İnsanı düşündüren ve hüzünlendiren bu beşinci bölümün başında Edith Piaf detayı da ayrı bir güzeldi.) Catherine bir şekilde eve dönmeyi başarıyor başarmasına ama yaşadıklarının üzerinde bıraktığı etkisi çok büyük.

Christian, bir nevi çocuğu gibi gördüğü kardeşine yardımcı olmaya çalışırken geleceği için de yeni bir atılım yapma peşinde. Artık kendi modaevini kurmak istiyor ve bunun için de pamuk kralı olarak bilinen Marcel Boussac’la görüşerek kendisine finansal anlamda destek olmasını sağlıyor. Ve bundan sonrası da onun için yepyeni bir macera. Sonuçta savaştan çıkılmış bir ortamda, koleksiyonunu tamamlamak için terzilere, kıyafetlerin duruşunu görebilmek ve gerekli müdahaleleri yapabilmek için de modellere ihtiyaç var. Tecrübeli Madam Zehnacker ve genç, istekli, heyecanlı Pierre Cardin’le birlikte bu işin altından kalkabilecek durumda değil. Ama bir şekilde başarıyor ve bir nevi devrim yaratacak koleksiyonunu kendi adını taşıyan modaevinden çıkarmayı başarıyor. Ve tabii bu özel koleksiyonla birlikte etkisi günümüze kadar gelecek ikonik bir parfüm de ortaya çıkıyor: Kız kardeşine ithaf ettiği Miss Dior.

Ben Mendelsohn in “The New Look,” now streaming on Apple TV+.

Ve hikâyede Coco Chanel’in kısmına gelirsek. Coco, ailesinden kalan tek kişi olan yeğeni André için her şeyi göze almaya hazır. Ve bu da kendisini bir anda Nazilerin arasında bulmasına neden oluyor. Coco, savaş yıllarında Nazilerin eşlerine veya eşlikçilerine elbise tasarlamayı reddedip modaevini kapatıyor belki ama gönül ilişkisi de yaşadığı Spatz’ın aracılığıyla daha da affedilemez işlere bulaşıyor. Mesela ajanlık yapmak gibi. Hatta kendisine Westminster olarak bir takma isim ve F 7124 ajan numarası dahi veriliyor. Tabii Coco’nun tek isteği yeğeni ile sınırlı değil. Soykırımdan kaçmak zorunda kalan ortakları Wertheimer kardeşlerden de işletmesini kurtarabilmek. Ama isteğin karşılığını da bir şekilde vermek gerekiyor. Görevi ise Almanya ve İngiltere arasındaki savaşı bitirmek için bir adım atmak. Bunu da Churchill’le görüşerek gerçekleştirmesi gerekiyor. Peki, yapabiliyor mu? Ne yazık ki hayır. Fakat savaşta sona doğru gelirken bu ajanlık görevinin kendisine geri dönüşünün kötü olacağını fark eden Coco, İsviçre’ye giderek sürgün hayatına da başlıyor. Wertheimer’larla olan savaşını devam ettirirken çevresindekilerin hayatını da bazen bilerek ve isteyerek mahvetmeyi de başarıyor. Açıkçası moda dünyasının önemli kişiliğini bu açıdan görmek beni oldukça şaşırttı. İnsanlığın perişanlıklar çektiği bu zamanlarda ben ben ben (ve arada yeğenim André) diye hırsıyla bir oradan bir buraya giden Coco Chanel benim için bir hayal kırıklığı oldu.

Juliette Binoche and Emily Mortimer in “The New Look,” now streaming on Apple TV+.

The New Look, gerçekten görselliği ve sanat yönetmenliği açısından kusursuza yakın bir dizi. Fakat Fransız moda devlerinin yer aldığı bu hikâyenin İngilizce olarak dile getirilmesi de bir o kadar saçma. Ben Mendelsohn, dizinin yaratıcısı Todd Kessler’la daha önceden Bloodline’da birlikte çalışmış bir isim. Muhtemelen de bu yüzden Kessler’ın ilk tercihi olmuştur. Fakat hikâyenin anlatıldığı dönemde 42 yaşında olan Christian Dior için ne yazık ki yaşlı kalıyor. Catherine ve Christian Dior arasında 15 yaş fark var ama dizide Catherine rolünde Maisie Williams olunca neredeyse baba-kız gibi görünmekten kaçınamıyorlar. Ve tabii dizi İngilizce çekildiği için Mendelsohn’ın Fransız İngilizcesi gibi bir aksanla konuşması da ayrı bir durum. Keza Juliette Binoche’un anadili Fransızca yerine İngilizceyle Coco Chanel’e hayat vermesi de neden? diye düşündürüyor. Mendelsohn ve Williams’ın oyunculuklarına diyecek bir şeyim yok ama keşke dizi Fransızca çekilseydi ve keşke Dior kardeşleri de Fransızca konuşabilen oyuncular canlandırabilseydi nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorum.

Ve tabii bir konuya daha değinmekte fayda var. Hikâyede bir modaevinin kuruluş yolunu izlerken karakterlerin 2. Dünya Savaşı ve sonrasında yaşadıklarını, içinde bulundukları moda sektöründen daha çok görüyoruz. Savaş var, acılar var, kurtuluş çabaları var. Bunlar hayatlarının en önemli anları, tabii ki de olmalı. Fakat bu insanlar böyle bir dönemde kendilerini nasıl zorluyorlar da nasıl o kıyafetleri yaratıyorlar? Savaşın bitimine çok yakın günlerde Louvre Müzesi’nde tüm tasarımcıların (Coco Chanel hariç) yer aldığı Théâtre de la Mode sergisi dizinin etkileyici anlarından biriydi. Ama bunun dışında modanın geri planına dair bir şeyler görmek neredeyse imkansız. Christian Dior dizide hep çizimlerine bakıyor bakmasına ama bunları nasıl yaratıyor? Hele ki çıkışını yaptığı, modada devrim diye nitelendirilen ilk koleksiyon. Ne hissediyor, neyden ilham alıyor da bu tasarımları çizip hayata geçiriyor? Maalesef hikâyenin en önemli olan bu kısmı bir boşluktan ibaret.

Ama yukarıda da belirttiğim gibi görsellik başta olmak üzere dizi için harcanmış inanılmaz bir emek var. Kıyafetler olsun, mekanlar olsun, her şey en ince detayına kadar kusursuza yakın bir şekilde hayata geçirilmiş. Özellikle Coco Chanel’in giyim tarzı tek kelimeyle muhteşemdi. Ve her bölüm sonunda müzisyenlere yeniden yorumlatılan şarkılar da bu emeğin ayrı bir göstergesi. Florence Welch’ten Lana Del Rey’e ve hatta Nick Cave’e uzanan bir listede bölüm sonunda yer alan şarkılar bir o kadar özenle seçilmiş. Dizi her ne kadar birçok eleştirmen tarafından başarısız bulunsa da eksiklerine rağmen bu yıl beğendiğim yapımlardan biri oldu. Hatta Juliette Binoche’un buradaki rolüyle en iyi kadın oyuncu kategorilerinde adaylık alacağını bile düşünüyorum. 10 bölümden oluşan dizinin henüz 2. sezon onayı açıklanmadı. Gerçi hikâyenin sonunu öyle bir şekilde bağlamışlar ki, her ihtimale karşı kendince önlemlerini almışlar. Bu da izleyenleri yeterince tatmin ediyor diyebilirim. Ama siz henüz izlemeyenler arasındaysanız, kendinize bir vakit yaratarak diziye bir şans verebilirsiniz. Şimdiden iyi seyirler diliyorum.