Aşık Olmaya Aşık Olmak: Wong Kar Wai’den “In the Mood For Love”

1992
In the Mood fo Love

Bazen bir şarkı, bazen eski bir fotoğraf, bazen de bir ev hatta koku bizi geçmişe götürür. Nedendir bilinmez, bizi anında o ana götürür zihnimiz. Öyle çok anlamlı bir an olmasına da gerek yoktur, öylesine bir an bile kendini bize hatırlatma ihtiyacı duyar. “Ben buradayım! Beni yaşadın! Zihninin bir köşesinde varlığımı sürdürüyorum! Unutma, çünkü sen unutursan bir anlamı kalmaz! Ben seninle var oluyorum…” dercesine en ufak bir dış etkenle gün yüzüne çıkar. Benim hiç unutmadığım bir an var. Soğuk, yağmurlu bir günde gece geç saatte eve dönerken, kulaklığımda çalan bir şarkı vardı. Öylesine bir gündü. Hiçbir anlamı yoktu, özel bir şey yaşamadım. Lakin o şarkıyı ne zaman dinlesem o soğuk gece aklıma gelir, yağmurun kokusunu bile hatırlarım. Wong Kar Wai da bizler gibi geçmişin güzelliğinde ve tekrar yaşanamayacak oluşunun imkansızlığında takılı kalanlardan olsa gerek, In The Mood For Love gibi bir film yapmış. Geçmiş, tekrarı olmadığı için çekicidir ama neyse ki hatırlayabilmek gibi bir lüksümüz var. Aynı mekan, aynı insanlar, aynı koşulları sağlasak bile, an anlıktır. Bir daha yaşanamaz, biriciktir. Bu nedenledir ki sık sık geçmişi düşünür, tekrar yaşamış gibi mutlu ederiz kendimizi.

Filmde karşımıza çıkan aşk da tıpkı geçmiş gibi, imkansızdır. Bu imkansızlık, filmin geneline yayılan melankolik havayla, hüzünle, hayatın sıradanlığıyla karşımıza çıkar. Öyle umutsuz bir aşktır ki bu, birlikte olunan her an yavaş yavaş akar gider. Zaman durur, bakışlar yoğunlaşır, o an hiç bitmeyecekmiş gibi durur ama en nihayetinde zamanın bir akışı vardır. Filmin “çiçek açma çağı” anlamına gelen Çince adı Huayang Nianhua da buna gönderme yapan bir metafor olarak karşımıza çıkar. Çiçeklerin açışı gibi zaman da kısa sürede gelip geçer. Ayrıca içerikte de zamanın akıp gittiğini hatırlatırcasına, belirli aralıklarla kadrajda koca bir saat görünür. Karakterler için yavaş akan öznel bir zaman olsa da günler, aylar, mevsimler geçer. Chan’ın elbiseleri gibi her mevsim değişir, zaman akar. Yaşanılan her an, hatırlanacak bir anıya dönüşür. Geçmişte kalan güzel ama hüzünlü bir ana…

Kaderin, inanılmaz tesadüflerle karşılaştırdığı iki karakterimiz Chow ve Chan, aynı gün, aynı apartmanın yan yana olan odalarına taşınırken karşılaşırlar. Rastlantı sonucu ikisinin de eşyaları birbirine karışır ve sürekli muhatap olmak zorunda kalırlar. Yine ne tesadüftür ki ikisinin de parlak bir evlilik hayatları yoktur. Chan’ın kocası sürekli yurtdışına çıkan, ilgisiz bir adamdır. Chow’un karısı ise sık sık mesaiye kalır, eve pek uğramaz, iyi geçiniyor da sayılmazlar. Böylece sıklıkla yalnız kalan iki kişi, birbirleriyle iletişim kurmaya başlarlar. Kaçınılmaz olarak birbirinden hoşlanan ikili, bir türlü kavuşamaz. Ortada bir aşk vardır fakat bu aşkın imkansızlığı daha fazla göz önüne çıkar. Zira ikisi de evli kimselerdir, her ne kadar ilerleyen zamanlarda aldatıldıklarını öğrenseler de onlar aynı hatayı yaparak eşlerine dönüşmek istemezler. “Biz onlar gibi olmayacağız.” der Chow bir sahnede. Zaten onların aşkı fiziksel bir hazza dayalı da değildir. Belki de bu yüzden film bu kadar etkileyici bir hikayeye dönüşür. Neredeyse hiç sevişme, öpüşme, temas sahnesi yoktur. Film çekilirken böyle bir sahne eklenmiş fakat filmin dokusuna ve aşklarının büyüleyici tarafına uymayacağı düşünülerek çıkartılmıştır. Yönetmen burada 1960’ların Hong Kong profilini de gözler önüne serer.

Kaldıkları apartmanda kalan diğer kişiler kendi aralarında oldukça iyi anlaşan ve her gün mahjong oynayan, yemek yiyen, dedikodu yapan kişilerdir. Yine de Chan ve Chow ne zaman dışarıya çıksa onlardan gelebilecek herhangi bir olumsuz yorumu düşünerek saklanırlar. Halbuki Chow’un arkadaşı Bay Ping bir sahnede kumar oynadığını, tüm parasını kaybettiğini ve kalan 3 kuruşla da geneleve gittiğini söyleyerek Chow’dan borç ister. Ping bunu ulu orta basitçe söyleyebiliyorken, Chow ve Chan eve ayrı ayrı dönmüş izlenimi verir, aynı odada kaldıklarını gizler ve türlü risklere girişir. Ayrıca apartman sakinleri Chan’ın fazla süslendiği konusundan dem vurur. Dönemi baz alırsak kadınların yine kimliklerinden vurulduğunu, erkeklerin daha rahat olduğunu ve evlilik dışı ilişkilerin büyük bir tabu olduğunu söyleyebiliriz. Bu aşkın imkansızlığı da büyük oranda toplumsal baskıdan ve kendilerini ikna edemeyişlerinden gelir.  

Yalnızlık teması filmde öyle romantikleştirilir ki izlerken yalnızlığa ve birine aşık olmaya aşık oluruz. Bir sahnede Chan, yemek almak için bir yere gider. Yemeğinin gelmesini beklerken görüntü donuklaşır. Chan hareketsiz dururken, etrafındaki aksiyon olduğu gibi devam eder.  Bir yandan da müzik bizi o ana kilitler. Aynı karede yavaş akan zaman, normal akan zaman ve yalnızlığı hissederiz. Etrafındaki onca kişiye ve harekete rağmen, tam merkezde durup düşünen Chan, yalnızlığını ve kimsesizliğini en derinden hissettirir bize. Filmin klasik bir anlatıya sahip olmaması, birbirinden alakasız gibi görünen parçaların bütününden oluşması ve doğrusal bir zamanda ilerlemeyip türlü atlamalar ve parçalamalarla ilerleyişi, seyirci olarak filmi anlamayı zorlaştırsa da son derece keyifli ve duygusal bir haz yaratır. Filmde her şey o kadar güzel bir estetikle karşımıza çıkıyor ki yalnızlık ve imkansız bir aşk çok hoş görünüyor. Halbuki bu böyle değildir. Aslında insana acı verir. Hiç kavuşamayacak olmak ve zamanın elimizden kayıp gidişi hüzünlüdür. Bu hüzün filmde özenilen bir yapıya dönüşür. Elbette acıdan haz almak da bir tercihtir, belki de bu yüzden geçmişe özlem duyanların, aşkı hissetmek isteyenlerin ya da eski bir anıyı yad etmek isteyenlerin kaçınılmaz durağı In The Mood For Love olmaktadır.

in the mood for love

Chan, yalnızlığını kimi zaman komşularıyla vakit geçirerek, kimi zaman da sinemaya giderek geçiştirir. Bir sohbetlerinde Chow da eskiden sinemayı çok sevdiğini ama evlendikten sonra bunun değiştiğini söyler. Chan “Evlenmeseydiniz ne olurdu?” diye sorduğunda ise “Daha mutlu olurdum.” Cevabını verir. Buradan anlarız ki mutsuz evlilikler insana faydadan çok zarar verir, hayallerini törpüler ve ayrıca kısıtlar. Chow’un eskiden bir kitap yazma hayali de olduğunu, bundan vazgeçtiğini seyirci olarak biliriz. Hatta ileride bu nedenle daha fazla yakınlaşacaklardır. Fakat bu hayallerin sadece hayal olarak kalmasının nedeni de bu mutsuz, mecburi, aşksız evliliklerdir. Yönetmen, evlilikten beklentinin tam olarak ne olduğunu da sorar bizlere.  

Chow ve Chan giderek yakınlaşır. Chow’un yazdığı dövüş sanatları kitabı için 2046 numaralı ayrı bir oda kiralanır ve orada görüşülmeye başlanır. Yine zaman yavaşlar, birlikte olmalarına rağmen birbirlerinden uzak gibilerdir. Yan yana olmalarına karşın, aşkın acısını hissederler. Sigara dumanlarının ahenkle dans edişi, filmin o eşsiz müziği, Chan’ın güzelliği ve renk kullanımı… Sinema sanatından alınabilecek maksimum zevki alan seyirci, kendini filme aşık olmuş bir halde bulur. Romantik filmlerden hoşlanmayan ve içselleştiremeyen benim gibi insanlar bile bir anda “nasıl güzel bir aşk, ne hüzünlü bir hikaye” diye düşünür. Filmin atmosferi bizde gerçekten de hiç yaşanmamış anların bile özlemini uyandırır. Neticede kavuşamayan aşıklarımız filmin sonunda fiziksel olarak da birbirlerinden ayrılırlar. Chow kitap işini ilerletir ve Singapur’a gider. Chan ise onu unutmamıştır ve gittiği yerde telefonla arasa da tek kelime etmez. Aradan yine birkaç sene geçer ve pansiyona geri dönerler. İkisi de birer bahane bularak bir zamanlar kaldıkları yerleri sorup soruştururlar. Lakin ikisinin de yolları çoktan ayrılmıştır. Chow geri dönmemek üzere Singapur’a tekrar gider. Böylece geride asla kavuşamamış fakat her an o günlerin özlemiyle yanıp tutuşan iki aşık kalır. Filmin sonunda ise karşımıza iki dize çıkar.

“Geçmiş, görebildiği ama dokunamadığı bir şey.

Ve gördüğü her şey bulanık ve belirsiz.”

Filmdeki zaman da bu dizelerdeki gibi bulanık, belirsiz, “nerede, ne zaman, ne oluyor”un karıştığı bir atmosfere dönüşmüştür. Hikayenin düz bir zamanda ilerlememesi de bundan kaynaklanır. Yönetmen görüntüyle, filmin hızıyla, renklerle, gölgelerle ustalıkla oynar ve bize zamanı olabildiğince soyut bir şekilde aktarır. Bunu da melankolik bir nostalji zemininde yapar. Bir yandan imkansız aşkın hüznüne boğulur, diğer yandan geçmişi hatırlar ve hasret duyarız. Bir Wong Kar Wai klasiği: Renkler, aşklar, aşıklar ve kavuşamamak… Işıklı Hong Kong sokaklarının inanılmaz estetiğiyle doruğa ulaşan bir sinema hazzı.