Öncelikle her bilim kurgu eserinde kabul etmemiz gereken bir gerçek olduğunu düşünüyorum; bilim kurgu eserlerinde hikayenin mantığını sorgularken, yaratılan dünya içinde tutarlı olup olmadığını sorgulamamız gerekir. Eğer kendi yaşadığımız dünya üzerinden algılamaya çalışırsak onlarca mantık hatasıyla karşılaşabiliriz. Dollhouse dizisini değerlendirirken de bu pencereden bakmalıyız bence.
Dollhouse, temel olarak yalnızca bir fikir üzerine inşa edilmiş bir dizi olarak başlıyor. Olay örgüsü, karakterler, diyaloglar… Hepsi yalnızca temel fikri beslemesi için diziye entegre edilmiş izlenimi uyandırıyor. Bu ana fikirse insanların beyinlerini yıkayarak başka biri olmalarını sağlamak. Dizinin başlangıcından itibaren karakterlerin başta eskortluk olmak üzere ajanlıktan tutun da doktorluğa kadar çeşitli insan beyinleri yüklenerek bambaşka karakterler olduklarını görüyoruz. Önceden beyinlerinin haritası çıkarılmış binlerce insan sayesinde hemen hemen istedikleri her şeyi yapabilen insanlar yaratabiliyorlar.
Bu fikir dizinin her zaman tam ortasında duruyor. Kimi karakterler buna karşı olurken kimileri geleceğe adım attıklarını düşünüyor. Kimileri ise ortada bir yerde konuşlanıyor. Dizi öncelikli olarak bunu ahlaki açıdan sorguluyor ve izleyiciye sorgulatıyor. Bir hayat kadını ile birlikte olmak isteyen biri bunu parası karşılığında rahatlıkla yapabilir ama karşısındaki her zaman “rol” yapıyor olacaktır. Eğer geçekten yeterli miktarda paranız varsa rol yapmayan, size gerçekten aşık olan ve tam olarak istediğiniz karakterde birini satın alabiliyorsunuz. Ölmüş karınızı başka bir vücutta yaşatabilir ya da hayalini kurduğunuz biriyle birlikte olabilirsiniz.
Dizinin buradaki ahlaki önermesi oldukça basit. İnsanlar kendi tercihleri ile beyinlerini 5 yıl süre ile “dollhouse”a emanet ediyorlar ve karşılığında unutmak istedikleri hatıraları unutuyor ve hayat boyu yetecek kadar para alıyorlar. Dolayısıyla yasal olmasa da kişisel ahlak açısından yargılanabilecek çok da fazla bir durum yok. Asıl ahlaki sorgulama toplumsal düzeyde başlıyor. İnsanların para karşılığında başka insanları yaratmaları, tanrı rolünü üstlenmeleri demek oluyor ve bu toplumsal düzlemde kabul edilebilir bir durum değil. İşte bu sebepten “Dollhouse” bir yeraltı örgütü. İllegal olsa da devlet tarafından biliniyor.
Daha önceden bahsettiğimiz konuya gelirsek; bu fikir ahlaki açıdan dizi boyunca çeşitli şekillerde sorgulanmaya devam etse de teknolojik olarak sınırlarının nereye kadar uzanabileceği de bize ufak ufak hissettiriliyor. Örneğin, mükemmel askerler yaratmak ya da politik amaçlar uğruna insanların beyinlerini yıkamak mümkün olabilir. Bu noktada ilk baştaki ahlaki sorgulama çok daha büyük bir önem arz etmeye başlıyor ve dizi her bölümünde başka karakterlere bürünen insanların yaşadığı maceraları anlatmaktan öteye geçip gerçek bir bilimkurgu eserine dönüşmeye başlıyor.
– Spoiler –
Birinci sezonun sonu ve ikinci sezonun önemli bir kısmı bize “Terminatör”ü hatırlatıyor. Teknolojinin esir ettiği insanlık bir direnişe hazırlanıyor ve karanlık bir distopya sunuluyor. Bence bu noktada yapımcı ve senaristler ellerindeki malzemeyi iyi kullanmaya başlıyorlar ve kendi diline, kendi tarzına sahip yeni bir dünya yaratıyorlar. Bu dünyanın oluşumunu da geçmişle sürekli ilişkilendirerek bildiğimiz ve sevdiğimiz bilimkurgu tadını yakalıyorlar.
Dizinin sonlarına doğru gördüğümüz “Mad-Max” ve “Terminatör” esintileri bende olukça olumlu izlenimler bıraktı ama dizinin genelinde ve de özellikle “addict” (tavan arası) olarak anlatılan yer ile ilgili bölümlerdeki “Matrix” ve “Inception” havası gerçekten oldukça iyi işlenmiş.
Addict, anlaşmayı bozanlar veya başka nedenlerden ötürü beyinleri tamamen yıkananların gönderildiği bir yer olarak resmedilse de aslında insan zihninin korku ile ne kadar baş edebildiğinin test edildiği bir yer. Vücuda verilen adrenalin ile sürekli kendi korkuları ile yüzleşen insanlar belirli bir süre sonra ölüyor. İşte bu fikir bence oldukça orjinal. Bu fikri anlatan bölümlerde olay tamamen “Inception” filmindeki gibi seyrediyor. Gerçek hayatta olacakları değiştirebilmek için önce rüyalarda bir şeyleri değiştirmek ve uyanabilmek gerekiyor.
– Spoiler-
“Dollhouse”un temel fikri olan bir insanın vücuduna başka bir beyin yerleştirmek, daha doğrusu bambaşka bir karakter oluşturmak her ne kadar büyük ölçüde farklı olsa da “Matrix”in yarattığı gerçeklik sorgulamasını bize hatırlatıyor. Bilimkurguda çok sık gözlemlenen bu “gerçeklik nedir?” sorusu, şahsen benim en sevdiğim konulardan biri. Dizide bu; “Doll” (bebek) ismi verilen, karakter yüklenen insanların kendi geçekliklerini kayıtsız şartsız kabul etmeleri ve asıl hallerini hiç hatırlamamaları üzerinden işleniyor. Burada izleyiciyi ilk etapta zorlamayan şey her oyuncuyu birçok farklı karakterde görerek gerçeklik algımızın yanılsamaması. Bir yandan da karakterlerin “Dollhouse”a nasıl geldiklerini çok sonra öğrendiğimiz için hep bunu merak ediyor ve asıl gerçekliklerini sorguluyoruz.
– Spoiler –
“Echo” karakteri dizinin ilerleyen bölümlerinde bu gerçeklik sorgusunu bambaşka bir boyuta taşıyor ve asıl kendisi olan “Caroline”ı bir kenara koyarak kendini “Echo” olarak realize ediyor. Bu noktada gerçek ile gerçek olmayan arasındaki çizgi bir ölçüde ortadan kalkıyor. Her ne kadar dizi hikayeyi basitleştirerek anlatsa da alt metinlerde bu sorgulamayı okumak mümkün.
Dizide direniş teması iki farklı şekilde işlenmiş. Birincisi; “Addict” kısmında rüyalarda yaşanırken ikincisi gelecekte gerçekte yaşanıyor. birinci kısımda asıl direniş korkularla yüzleşmek olarak anlatılıyor. Bunun psikolojik tabanına baktığımızda da en büyük korku olan ölümle yüzleşmek. İkinci kısım ise gerçek bir silahlı direniş. Bu da zor durumlarda herkesin savaşçı olabileceğini gösteren klasik bir anlatım.
– Spoiler –
Tüm bunların yanı sıra dizinin “Lost” kadar olmasa da izleyici şaşırtmaya ve kimin dost kimin düşman olduğunu bilmemeye yönelten bir tarzı var. Bu da senaryo kalitesini arttıran başka bir etmen.
Dizideki oyuncuların sürekli bambaşka karakterleri canlandırıyor olması oyunculuk anlamında bir test adeta. Bunun benim oldukça hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Bir de “Topher” karakterinin, Summer Glau’nun canlandırdığı “Bennet” karakterine olan hayranlığı ve aşkı sanırım her bilim kurgu seven erkeğin paylaştığı hisler olsa gerek.
Dahi bir bilim adamı ve kapitalist bir şirket her ne kadar klişe gibi gözükse de özündeki malzemeyi iyi kullanan bir dizi “Dollhouse”…